bozkurtların ölümü

  • Göktürk devletinin son dönemlerinin ve kürşad ihtilalinin anlatıldığı Hüseyin Nihal Atsız romanı
  • hüseyin nihal atsız'ın, tarihi kurgu türündeki romanı

    karakter tanıtımının, hikaye anlatımının muntazam yapıldığı bu romanda nefret ve sevgi okuyucunun gönlüne öyle derin işleniyor ki kitap boyunca onlarca karakterle aynı duyguları yaşıyorsunuz. ortak düşmana karşı kinleniyor, savaşıyor, zafer kazanıyor ardından dostlarınızın omzuna kafanızı yaslayıp diniyorsunuz.

    roman, bir çok göktürkçe kelime ve özel isim öğrenmenizi sağlarken; hikayedeki dostluk-düşmanlık ilişkisi, merhamet, mertlik, ihanet, sadakat, dürüstlük, emre itaat gibi kavramların etkili işlenişiyle okuyucunun karakterini de besler nitelikte.

    bir an önce okuyunuz.

    not: çinlilere yapılan yergileri yerinde bulmakla beraber, bu yergilerin açık ve nobran yapılmasını da oldukça haklı buluyorum.
  • ideolojiyi bir kenara bıraktığınız zaman göreceksiniz ki hüseyin nihal atsız, türk edebiyatının en iyi şair ve yazarlarından biridir.
  • Çinlilerin ne olduğunu bir kez daha hatırlatan şaheser. Romandaki Sancar karakteri favorimdir.
  • Hıristiyanlıga karşı şöyle bir yorum içeren kitaptır tanrı türk töresine karşı iş yapmaz.

    bir sabah yamtar’la sançar kendilerini konuklayan onbaşı derse ile gezerlerken ulu bir ağacın altında bir kalabalık gördüler. aksakallı iki koca bozuk bir türkçe ile çevrelerinde toplanmış olanlara bir şeyler anlatıyorlardı. yamtar, derse’nin yüzüne baktı. bozuk dille konuşan bu garip kılıklı adamlardan bir şey anlamamıştı. onbaşı derse:

    - “bunlar rum ülkesinden gelmiş papazlardır” dedi.

    ne yamtar ne de sançar bir şey anlamamışlardı:

    - rum ülkesi mi? şimdiye dek böyle bir ülke duymamıştım.

    - rum ülkesi batıda büyük bir ülkedir. çevresinde büyük denizler varmış. bizans diye bir şehirleri varmış ki içindeki kişilerin sayısını kimse bilmezmiş.

    - papaz ne demek?

    - papaz onların saygı gören kişilerine derler. bizim kamlar gibidir. kendi tanrılarının buyruğunu bildirir.

    onbaşı yamtar çok ilgilenmişti. papazlara yaklaştılar.

    onlar çevrelerindeki türkler’e tanrı’dan, isa yalavaç’tan, meryemden bahsediyorlar, türkler de hiç ses çıkarmadan merakla bu sözleri dinliyorlardı. yamtar bir müddet dinlendikten sonra merakı büsbütün artmış olduğu halde papazlardan birine sordu:

    - bana bak koca! yalavaç diyip duruyorsun. yalavacın ne demek olduğunu bana söylesene…

    - yalavaç, tanrının elçisidir.

    yamtar’ın şaşkınlıktan gözleri açıldı:

    - ne? tanrının elçisi mi? tanrı, kağan mı ki elçisi olsun?

    - tanrı bütün yerlerin, göklerin, insanların, hayvanların kağanıdır!

    yamtar biraz daha şaşırdı:

    - “bizim tanrımızın elçi gönderdiğini hiç işitmedim” dedi. sançar’a dönerek sordu:

    - sen işittin mi?

    - hayır!

    rum papaz ağır ve yavaş bir sesle cevap verdi:

    - sizin tanrınız, bizim tanrımız diye ayrı ayrı tanrılar yoktur. tanrı birdir. o da bütün insanların tanrısıdır.

    yamtar büsbütün şaşırarak sordu:

    - tanrı bir midir? bizim tanrımızla çinlilerin tanrısı bir midir?

    papaz gülümseyerek “evet” cevabını verdi. yamtar’ın aklı bu işlere bir türlü yatmıyordu:

    - öyle ise biz çinlilerle savaşırken bu tanrı hangimize yardım eder?

    - tanrı savaşanlara yardım etmez. çünkü bütün insanlar kardeştir. kardeşini öldüreni tanrı sevmez.

    - ne dedin? it sürüsü kadar çinlilerin hepsi benim kardeşim mi? ulan sen delirdin mi? bu kadar kardeşi hangi ana doğurabilir?

    - insanlar kardeştir. isa öyle söylüyor.

    - isa da kim oluyor?

    - tanrının elçisi ve oğlu!

    yamtar az kalsın yere yuvarlanacaktı. bir müddet söyleyecek söz bulamayarak yanağını kaşıdı. sonra papaza sordu:

    - bu isa senin yalavaç dediğin adam mı?

    - evet!

    - tanrının oğlu olduğuna göre çok ulu kişi olsa gerek.

    - elbette.

    - boyu elli kulaç var mıydı?

    - hayır! isa yalavaç da senin gibi benim gibi bir kişidir.

    yamtar, papaza keskin keskin baktı. bu ak sakalı koca doğru mu söylüyordu? bunu bir türlü anlayamıyordu. yeniden sordu:

    - tanrı hangi katunla evlendi de bu isa yalavaç doğdu?

    - tanrı hiçbir katunla evlenmez.

    artık yamtar’ın canı sıkılmıştı. bu bön koca neler söylüyordu? bağırarak sordu:

    - bana bak koca! benimle doğru konuş. tanrı evlenmediyse bu yalavaç anasız mı doğdu?

    - hayır anası vardı. onu meryem doğurdu.

    - bu meryem, tanırının katunu değil miydi?

    - değildi.

    - ama isa’yı doğurdu, değil mi?

    - doğurdu.

    - isa da tanrının oğlu…

    - evet!

    yamtar yüzünü göğe kaldırıp söylenmeğe başladı: “isa tanrının oğlu. isa’yı meryem doğurdu. ama meryem, tanrının katunu değil. tanrı, isa’nın babası… isa’nın anası, babası var. babası tanrı… anası meryem… ama meryem, tanrının katunu değil… isa….”

    onbaşı yamtar sözlerini bitiremedi. gık demeden tartışmayı dinliyen onbaşı sançar, bu mantıksızlıkla sinirleri bozularak meşhur kahkahasını savurmuştu. papazlarla çevrelerindeki türklerin gözleri birden sançar’a çevrildi. o, her zaman yaptığı gibi böğürlerini tutarak, gözlerinden yaşlar akarak katılıyor, kahkaha arasında da kesik kesik şöyle bağırıyordu:

    - tanrı ile meryem evlenmeden bu yalavaç nasıl doğar be? herhalde bu bunağın tanrısı meryem’in otağına gizlice girdi de kara kağan duymasın diye bizden saklıyor. yoksa onun sonucu da karabudak’ın sonucuna benzerdi…

    yamtar, bu gürleyen kahkahalar arasında yine yere düşmüş olan sançar’ı, onbaşı derse’nin yardımıyla bir ata bindirip bağlamağa çalışırken bağırdı:

    - bana bak, koca papaz! türk tanrısı, türk türesine aykırı iş yapmaz. sizin tanrınız ötüken’e gelirse işi yamandır.

  • Nihal Atsız'ın tamamladığı içinde kür şad destanının anladıldığı tarih severler için harika bir kitap
    kesinlikle tavsiye edilir
    bir türkün hayatında okumadan ölmemesi gereken bir eser.