sait faik abasıyanık


  • devlet tiyatrolarında izlediğim meraklısı için öyle bir hikayeden sonra hakkında bir şeyler yazmak istediğim öykücülüğümüzün martı sesli denizi. eski ilkokul kitabında okuduğum bir öyküle tanımıştım kendisini. hikayenin adını tam hatırlamasam da kuşlarla ilgiliydi. Çok sevdiği, ölümlerine yas tuttuğu kuşlar. hayat dolu, capcanlı ve bambaşka bir anlatımı vardı. insanların kendisini deli görmesi, küçümesemesi, enayi gibi (aşırı saflığındandı belki) davranmasına rağmen severdi onları, tıpkı sevdiği gibi açgözlülüğüne rağmen martıları. kendisini yazıcı olarak tanıtır, insanların vardığı katip olduğu düşüncesine aldırış etmezdi.

    Eleştirel düşüncenin sanat alanındaki temsilcisi olmuştu. Camus’nün yabancısı yaşadığı dünyadan kopup kendi kendisini seyrediyor hissine kapılmış, Gregor Samsa dev bir hamam böceğine dönüşmüş, Steinbeck zenginlik hırsıyla yabancılaşmış insanı kaçmakta olan insanın gözünden anlatırken; Sait Faik insan içine karışmış, insanları sımsıkı kucaklamıştır.Köyden gelmiş, karısından bu diye bahseden Murtaza Çavuş ve bu durumu normal karşılayan Hacer Ana’yla sohbet etmiş, bütün arkadaşlarının kendisine isim takıp onunla alay etmesine göz yuman Celil’e onlar gibi davranmamış, insanların başını kaldırıp yüzüne bakmadığı uzun Ömer’in gözlerini güzel, temiz, iyi seklinde betimlemiştir.Karakterlerinin iyi yanını görüşü özünde erdemli ve iyi olan insanın dönemin koşulların cesaretlendirdiği modern insana dönüşmüş olduğunun farkında oluşundandır belki.Koşullar değişirse modern insan köklerini hatırlayacak, hayvanlığından çıkıp insan olacaktır.Bu insanileşmenin yolu da Murtaza Çavuş’u kınamak, küçümsemek yerine onunla sohbet edip ona doğruyu anlatmaktan, modern dünyanın efendiliğini yaşayamayan, toplumsal yozlaşmanın yükünü omuzlarında taşıyan Hacer Ana’yı yazmaktan, Celil’in babasına yazdığı mektuptaki sessiz çığlığından, kitle kültürüne hapsolmamış Uzun Ömer’i ötekileştirmeyip modern dünyanın pisliğini gören gözlerine bakmaktan; yani anlamaktan ve anlatmaktan geçmektedir.

    “…Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı… Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi…” (Son Kuşlar)

    "Çok hasta olduğum zaman, ateşim kırka yaklaştığı zaman ellerim büyür. Dev gibi ellerim olur. Çoğunca çocukluğumda olurdu.
    - Ellerim büyüyor, derdim.
    Büyükanam, yahut anam ellerimi soğumuş elleri içine alırlardı. "Yok bir şey, yavrum yok bir şey! Bak benim elimde ellerin" derlerdi. Sakinlerdim bir iki dakika. Yine büyürdü ellerim.
    Ellerim büyürdü ellerim. Ellerim ne kadar büyürdü aman yarabbi? Sokağa çıktığım zaman soğuktan ellerim küçülüverdi. Caddelerde idim. Binlere karşı birdim. On binlere karşı birdim." (YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN)

    Sen sonsuza kadar bizimle kalıcaksın güzel insan...