the remains of the day


  • ingiltere-amerika birleşik devletleri ortak yapımı dram/romantik/tarih türünde sinema filmidir.

    başrollerde üstad Anthony Hopkins’e Emma Thompson eşlik etmiştir. diğer önemli rollerde, James Fox, Christopher Reeve, Peter Vaughan ve Hugh Grant rol almıştır.

    filmin yönetmen koltuğunda James ivory oturmaktadır.

    The Remains of the Day, Kazuo ishiguro’nun Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanmıştır.

    filmin uyarlama Senaryosunu Ruth Prawer Jhabvala kaleme almıştır.

    filmin görüntü yönetmenliğini Tony Pierce-Roberts, Prodüksiyon tasarımını Luciana Arrighi, kurgusunu Andrew Marcus, kostüm tasarımını Jenny Beavan ve John Bright, set dekorasyonunu Ian Whittaker, yapımcılığını İsmail Merchant, John Calley ve Mike Nichols, sanat yönetmenliğini ise John Ralph üstlenmiştir.

    bu muhteşem film ülkemizde Günden Kalanlar adıyla gösterime girmiştir.

    filmde ikinci dünya savaşının öncesinde 1930’ların ingiltere’sine gidiyoruz. Lord Darlington malikânesi’nde kâhya olan james Stevens’ın ve müdire Miss Kenton’ın hayatlarına konuk oluyoruz.

    oyunculuklar son derece başarılıydı. Anthony Hopkins, profesyonel ve soğukkanlı kâhya James Stevens rolünde çok gerçekçiydi. bu karakteri harika oynamış. Emma Thompson ise müdire Miss Kenton rolünde olağanüstü bir performans sergileyerek rolünü muhteşem canlandırmış. soylu Lord Darlington karakterini ise James Fox mükemmel oynamış. baba Stevens rolünde Peter Vaughan inanılmaz gerçekçiydi. Darlington malikânesi’nin yeni sahibi gıcık amerikalı Jack Lewis rolünde Christopher Reeve:süpermen gayet iyiydi. Cardinal rolünde ise Hugh Grant’ın performansı gayet başarılıydı. yan roller dahil oyunculukları beğendiğimi belirtmek isterim.

    filmin müzikleri harikulâdeydi. bu büyüleyici bestelerin yaratıcısı değerli bestekâr Richard Robbins’tir.

    filmde gururun insan hayatını ne kadar etkileyebileciğine, koca bir ömrü nasıl şekillendirdiğine tanıklık ediyoruz.

    The Remains of the Day’de aristokrasinin yavaş yavaş avrupa’daki gücünü, etkisini kaybetmeye başladığını, yerine kapitalizmin geçtiğini görüyoruz.

    film, sanatsal açıdan muhteşemdi. mekânlar, kostümler, tablolar, dekorlar, eşyalar ve aklınıza gelebilecek her şey büyük bir özenle hazırlanmış.

    The Remains of the Day’de tam bir görsel şölen izliyorsunuz. mekân çekimleri, yakın plan çekimleri, manzara çekimleri mükemmeldi. görselliği her anlamda büyüleyiciydi. izlerken sizi de otuzların ingiltere’sine götürüyor film. buradan sanat yönetmeni, kostüm tasarımcısı ve görüntü yönetmeni başta olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

    filmin otuzlu yıllarda geçmesi zaten beni filmi izlemeden cezbetmeyi başarmıştı. ayrıca doksan üç yapımı olması filme ayrı bir güzellik katıyor. eğer aynı film iki binli yıllarda çekilseydi izleyiciye bu zarif etkiyi veremezdi diye düşünüyorum.

    filmin pek çok alt mesajı vardı. “herkes bildiği en iyi işi yapmalı ve bunu da en iyi şekilde yapmalı” vurgusunu da bu alt mesajlardan biri olarak yorumluyorum.

    The Remains of the Day’de beni en çok etkileyen şey, yaşanmışlıklar değil, yaşanmamışlıklardı.

    film ağır ağır ilerliyor. yüksek tempolu film severlerin sıkılması kuvvetle muhtemel. bu yüzden The Remains of the Day herkese hitap eden bir film değil.

    The Remains of the Day, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu:Anthony Hopkins, En İyi Kadın Oyuncu:Emma Thompson ve En İyi Uyarlama Senaryo:Ruth Prawer Jhabvala dahil olmak üzere sekiz Akademi Ödülü’ne aday gösterilmiştir. BAFTA En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, David di Donatello En İyi Yabancı Kadın Oyuncu Ödülü, DFWFCA En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, KCFCC En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ve En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, ALFS yılın oyuncusu ödülü ve yılın yönetmeni ödülü, LAFCA En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, SEFCA En İyi Erkek Oyuncu Ödülü dahil olmak üzere pek çok prestijli ödül kazanmıştır. aldığı ödülleri kesinlikle hak ettiğine inanıyorum.

    kitabını okumadığım için uyarlama konusunda ne kadar başarılı olduğuna dair yorum yapamayacağım. fakat bir sinema eseri olarak son derece başarılı bir yapımdı. kitabını okuyanlar arasında uyarlamanın çok başarılı olduğunu söyleyen çoğunlukta. bu harikulâde filmi izlemek isteyenlere önce kitabını okumayı öneririm. filmden sonra kitabı okumak, kitaptan sonra filmi izlemekle kesinlikle bir olmuyor.

    filmle ilgili anekdotlar

    * Sir Anthony Hopkins, konuk olduğu inside the Actors Studio programında Buckingham Sarayı’nda elli yıl görev yapan gerçek hayattaki uşak Cyril Dickman’dan bir uşağın nasıl oynanacağına dair dersler aldığını söylemiştir.

    * The Remains of the Day, 1999’da İngiliz Film Enstitüsü tarafından 20. yüzyılın En İyi 64. İngiliz Filmi seçilmiştir.

    * James ivory’nin yönettiği, Anthony Hopkins ve Emma Thompson’ın oynadığı iki filmden biridir. diğeri:'*'

    * filmin uyarlandığı aynı adlı Roman, 1989’da Booker Ödülü’nü kazanmıştır.

    * filmimiz, Entertainment Weekly Dergisi tarafından hazırlanan “En Büyük 50 Bağımsız Film” listesine seçilmiştir.

    * Anthony Hopkins’in Merchant ivory Productions şirketiyle yaptığı dört filmden biridir. Diğerleri: Howards End, Surviving Picasso, The City of Your Final Destination

    * ünlü aktör Ben Chaplin’in ilk sinema filmidir.

    * miss Kenton rolü, Meryl Streep’in “reddedildiği” üç sinema rolünden biridir.

    * The Remains of the Day filmi, romanının yayınlanmasından dört yıl sonra vizyona girmiştir.

    * The Remains of the Day, The Sopranos dizisinin 1. sezon 5. bölümünde'*' , Tony Soprano ile kızı Meadow soprano kolejleri incelerken aynı gece Carmela Soprano ve Peder Phil intintola tarafından izlenmiş, Carmela Soprano’nun bunalım yaşamasına ve günahlarını baba’ya'*' itiraf etmesine neden olmuştur.

    * Lord Darlington’ın kütüphanesi ve yemek odası bölümleri Corsham Court’ta çekilmiştir.

    * Kardinal rolündeki aktör Hugh Grant, bir konuşmasında The Remains of the Day’in oynadığı en iyi film olduğunu söylemiştir.

    aşağıya film hakkında bazı ayrıntılardan bahsedeceğim. izlemeden önce detayları öğrenmekten hoşlanmıyorsanız aşağıda yazılanları okumanızı önermem.

    --- spoiler ---

    baba Stevens yaşlanmıştır. artık işini eskisi gibi iyi biçimde icrâ edememekte ve sorunlar yaşamaktadır. oğlu kâhya Stevens babasının bu durumunu görür ve ona yeni çalışma planı hazırlar. baba Stevens ise huysuz bir ihtiyara dönüşmüş, yaşlılığın getirdiği kabiliyet düşüklüğünü hiddetle reddetmektedir. işte baba Stevens ile oğul Stevens arasındaki o sarsıcı diyalog.

    — günaydın.

    — günaydın.

    — bugün için kalkıp hazır bulunacağını bilmeliydim.

    — iki saat önce kalktım.

    — yeterince uyumamışsın.

    — fazlasına ihtiyacım yok.

    — seninle konuşmaya geldim.

    — konuş o hâlde, fazla vaktim yok.

    — derhâl konuya gireceğim.

    — gir ve bitir. bazılarımızın yapacak işleri var.

    — gelecek hafta bu evde çok önemli bir konferans olacak. çok değerli insanlar lordumuzun konuğu olacak. hepimiz en iyi hizmeti vermeliyiz. geçirdiğin kaza nedeniyle artık masa servisi yapmaman gerektiği önerildi.

    hiç beklemediği bu sözleri işiten baba Stevens öfkelenir ve;

    — son 54 yıldır her gün masa servisi yaparım.

    — artık ağır tepsi taşımaman gerektiğine de karar verildi. bu da yeni görevlerinin listesi.

    — dinle! o kaldırım taşları yüzünden düştüm. yerinden çıkmışlar. başka kimse düşmeden onları yaptırsana.

    — yeni görev listeni okuyacak mısın?

    — o taşları düzelttir. o “değerli beyefendilerin” takılıp düşmesini istemezsin.

    — hayır, istemem tabii.

    kâhya Stevens, öyle profesyonel, öyle işine sadık, öyle disiplinli bir idareciydi ki babasının yaşama veda haberini dahi büyük bir soğukkanlılıkla karşılamıştı. işte müdire Kenton ile arasındaki o sahneden.

    — Miss Kenton.

    — evet. bay Stevens, çok üzgünüm. babanız dört dakika önce öldü.

    — anlıyorum.

    — başınız sağ olsun. keşke yapabileceğim bir şey olsaydı. gelip onu görecek misiniz?

    — şu anda çok meşgulüm. belki biraz sonra.

    — bu durumda gözlerini kapamama izin verir misiniz?

    — size minnettar kalırım. teşekkürler.

    ardından müdire Kenton, baba Stevens’ın yanına gitmek üzere ayrılırken kâhya Stevens, müdire Kenton’a seslenir.

    — Miss Kenton. babam işime devam etmemi isterdi. onu düş kırıklığına uğratamam.

    — hayır, elbette.

    kâhya Stevens, malikânelerine gelen misafirlerden birinin personeliyle kısa bir sohbet eder. o sohbette kâhya Stevens’tan etkileyici sözler işitiriz.

    — burayı hoş bir yuvaya çevirmişsiniz. hayatından memnun biri gibi görünüyorsunuz.

    — benim felseme göre bay benn, insan işverenine hizmet vermek için elinden gelen her şeyi yapmadan hayatından memnun olduğu söylenemez. bunun için o işverenin yalnız mertebe ve servet olarak değil, ahlâki açıdan da üstün olması gerekir.

    kâhya Stevens’ın içten içe müdire Miss Kenton’a duyduğu aşk hepimizi nasıl da etkilemişti. müdire Miss Kenton’a aşk beslemesine rağmen içine kapanıklığını, profesyonelliğini bir türlü yenip sevgisini, ilgisini gösterememesi hepimizi üzmüştü. beni en çok etkileyen şey kâhya Stevens ile müdire Miss Kenton’ın “yaşanamayan aşk”ıydı. keşke kâhya Stevens, Miss Kenton’ın yaktığı ışıklarına cevap verseydi. sonradan yaşanmamışlıklarına kendi de görece pişman oldu, fakat artık her şey için çok geçti.

    müdire Kenton, Darlington malikânesi’nde yeni işe alınan yahudi asıllı alman iki genç kadının sırf yahudi olduğu için işten atılmalarına hiddetle karşı çıkar. göçmen personeller işten çıkarsa ben de burayı terk ederim diyerek tepki koyar. daha sonra kâhya Stevens, lord Darlington’ın emri üzerine göçmen kadınların işine son verir. ardından kâhya Stevens, müdire Kenton ile yeni personel alımı için başvuranları değerlendirir. o sırada müdire Kenton’ın unutulmaz tiradı gelir.

    — o uygun değil.

    — tam tersi. onu istiyorum. benim denetimimde olacak.

    — uygun değil.

    — iyi çalışır. bunu sağlarım.

    — o hâlde tamamen sizin sorumluluğunuzda.

    der, kâhya Stevens. ve devam eder;

    — almaz kızlar yüzünden ayrılmayacak mıydınız?

    ardından müdire Kenton’dan o yaralayıcı, can yakan tiradı gelir.

    — gitmiyorum. gidecek yerim yok. bir ailem yok. ben bir korkağım. evet, evet. korkağım. gitmekten korkuyorum. gerçek bu. dışarıdaki dünyada gördüğüm tek şey yalnızlık ve bu beni korkutuyor. işte yüksek ilkelerim bu kadar değersiz. kendimden utanıyorum.

    kâhya Stevens öteden beri duygularını ve zaaflarını gizleyen bir adamdır. özellikle işinde dikkatini dağıtan hiçbir şey olmasını istemez. hatta altında çalışan genç ve güzel personelleri sırf dikkat çekici oldukları için pek istemez. müdire Kenton’ın işe aldırdığı yeni genç kadın da kâhya Stevens’ın dikkatini dağıtabilecek güzellikte bir kadındır. fakat işini iyi yaptığı için kâhya Stevens çalışan o güzel kadından memnun kalır. müdire kenton, kâhya Stevens’taki bu özellikleri fark eder ve aralarında şu hoş diyalog geçer.

    — size şapka çıkarıyorum miss kenton. bu kız gayet iyi çalışıyor. haklıydınız, ben yanıldım.

    — yüzünüzdeki tebessüme bakın.

    — ne tebessümü?

    — içinde farklı bir hikâye barındırıyor. sizce de öyle değil mi bay Stevens?

    — neden bahsediyorsunuz, ne hikâyesi?

    — sizce o güzel bir kız, öyle değil mi?

    — öyle mi?

    — personelde güzel kızlar istemiyorsunuz bunu fark ettim. bay Stevens’ımız dikkatinin dağılmasından mı korkuyor? bay Stevens da bir insan ve kendine güvenmiyor olabilir mi?

    — ne yapıyorum biliyor musunuz Miss Kenton? siz konuşurken düşüncelerimi başka yere yönlendiriyorum.

    — o zaman niçin o suçlu tebessüm hâlen yüzünüzde?

    — bu suçlu bir tebessüm değil. sadece bazen saçmalamanız beni eğlendiriyor.

    — bu suçlu bir tebessüm. ona bakmaya dayanamıyorsunuz. onu istemediniz. fazla güzeldi.

    — haklı olmalısınız Miss Kenton. her zaman haklısınız.

    Miss Kenton, kendisine aşık bay benn ile buluşmaya gider. ardından gece saatlerinde kolluk kuvvetleri tarafından malikâneye getirilir. kâhya Stevens, Miss Kenton’ı kapıda karşılar, içeri girerler. kâhya Stevens her ne kadar belli etmemeye çalışsa da Müdire Kenton’ın bay benn ile görüşmesinden hoşnut değildir. çünkü Müdire Kenton’a karşı kendisine bile itiraf edemediği yüce duygular beslemektedir. işte o sırada aralarındaki o müthiş diyalog başlar.

    kâhya Stevens gergin bir şekilde Müdire Kenton’a;

    — umarım iyi bir gece geçirmişsinizdir! evet, iyi bir gece geçirdiniz mi?

    — evet, teşekkürler.

    — güzel.

    ardından miss kenton;

    — neler olduğunu bilmek ister misiniz?

    — üst kata geri dönmeliyim. bu gece bu evde oldukça önemli şeyler oluyor.

    — ahh! ne zaman olmuyor ki.

    der miss kenton. ardından kâhya Stevens üst kata doğru yürümeye başlar. müdire kenton arkasından seslenir;

    — teklifini kabul ettim.

    der müdire kenton.

    — miss kenton!

    diyerek biraz da şaşkın bir ifadeyle seslenir kâhya Stevens.

    — bay benn’in evlenme teklifini kabul ettim.

    — sizi tebrik ederim.

    — istifamı sunmaya hazırım. ama beni daha erken bırakırsanız minnettar kalırım. bay benn iki hafta içinde batı kesimine gitmeyi planlıyor.

    — elimden geleni yaparım. şimdi, izninizle lütfen.

    der ve üst kata gitmeye niyetlenir kâhya Stevens.

    ardından miss kenton, kırgın bir ifadeyle;

    — bay Stevens! burada geçirdiğim bunca yıldan sonra bana diyecek başka bir sözünüz yok mu?

    der.

    — en içten dileklerimle tebriklerimi sunarım.

    diye cevap verir kâhya Stevens.

    — bay benn ve benim için önemli bir figür olduğunuzu biliyor muydunuz?

    — hangi açıdan?

    — ona sizin hakkınızda her türlü şeyi anlatırım. hakkınızda öyküler anlatıyorum. alışkanlıklarınız hakkında, tavırlarınız hakkında, kişisel özellikleriniz hakkında. özellikle yemeğinize biber ekerken burnunuzu nasıl kastığınızı gösterince çok komik buldu. bu bizi her zaman çok güldürür.

    — gerçekten öyle mi?

    der kâhya Stevens hüzünle gözleri dolmuş bir şekilde. ve devam eder;

    — lütfen bana izin verin miss kenton. iyi geceler.

    der kâhya Stevens ve uzaklaşır.

    ardından müdire kenton’ın o aşk, kırgınlık, hüzün dolu bakışları eşliğinde sahne sona erer.

    filmde pek çok etkileyici sahne vardı. beni en çok etkileyen sahne ise filmin sonlarında kâhya Stevens ile müdire miss kenton’ın son buluşmalarıydı. ne kadar da hüzünlüydü. hele o son vedalaşmalarından sonra miss kenton’ın otobüse bindiğinde kâhya Stevens ile birbirlerine attıkları o son bakışı unutmak mümkün mü?

    --- spoiler ---