çocukluk travmaları
-
hiç unutmam, pokemon furyasının egemen olduğu yıllar.
bende tabi zamana ayak uydurmaktayım. cizgi film nefes almadan izlenir, cips paketleri yoklanarak(parçalanarak) alınır, bakkallar kovalar falan.
olay günü, apartman merdivenlerine çömmüş, arkadaşımla(gökhan) taso oynuyoruz. yıpranmış dandik tasolarına tabi, arkadaşız sonuçta ashine, mistysine oynayacak halimiz yok. bu sırada mahallenin kavgacı tiplerinden biri geliyor bizi seyretmeye koyuluyor. (bir keresinde bunun ve çetesinin sapanla güvercin vurup kafasını kesmişlikleri var. kayda değer bir şeye ağladığım ilk zamandır, bu da ayrı bi travma, travmaception. haha ha -_- ) bizden de 3,4 yaş büyük doğru hatırlıyorsam. haliyle tırsıyoruz ufaktan, ulan şimdi alsa tasolarımızı onca yediğimiz cips, onca emek, baba parası boşa gidecek.
neyse ki ''yenen benle oynayacak'' diyor. gökhan zaten korkudan tasoları zor tutturuyor, sanki canımızı alacak pezemenk. ben de iyi oynardım zıkkımı. yenildiği gibi tüyüyor bu.
çocukluktan herhalde, benden büyük ve kavga edebiliyor diye tasoyu da iyi oynayacak zannediyorum ama bunun yıpranmış tasolarını, zamanının tabiriyle ütüyorum, cıvıl cıvıl tasolarını ortaya koymaya başlıyor. tabi nafile çok iyiyim ulan ilk iyi olduğum şeydi belki de. bunun cepteki tasoları bitiyor, kardeşine evdeki tasoları getirsin diye bağırıyor.
içimden de diyorum ki, ulan ben bunun bütün tasolarını alsam bu beni bırakmaz, bende tasoları bırakmam haliyle dayağı yerim, tasolarımdan da olurum. gözlüklüyüm de, yüzüme yumruk atsa camlar gözüme girer kör olurum korkusu var hep aklımda. köktüğüm tasolarda pırıl pırıl, nadir olanları da var. olaysız eve gidebilmek, tasoları koleksiyona katabilmek için can atıyorum.
bir hışımla kalkıyorum, ''ben eve gideyim geç oldu'' diyorum. sonuçta kural dahilinde, istediğimi yaparım, özgürüm, canım benim yea... tabi daha dünkü çocuğuz adam yer mi bunu. uydurma olmasın cümleleri tam hatırlamıyorum, bir çoğu küfürle süslenmiş!, gidemezsin, oynayacaz daha, kaçamazsın gibi laflar. ben dinlemiyorum tabi ufak ufak yürüyorum eve doğru, yavaş yavaş koşuşmaya evriliyor kovalamaca. aklımda köktüğüm pırıl pırıl alakazam, ninetales, moltresi eve götüreyim de ne olursa olsun düşüncesi.
apartmanın dış kapısına doğru koşuyorum, o anda kan beynime sıçrıyor, işin algoritmasında bir sorun farkediyorum. ya kapının kilidini düzelttilerse? haliyle kapıyı açamayacam, zile basıp açılmasını beklemem de söz konusu değil tabi. o zamanlar inançlıyım, allahım nolur allahım nolur diye diye itekliyorum kapıyı. açılıyor. anlatırken bile o anki rahatlamayı göğsümde hissettim bak. (bkz: hallelujah)
şansıma inanamayarak merdivenleri tırmanıyorum, 4.katta ev. biraz fark açılıyor aramızda, bende eve yaklaştıkça bu ümidi kesiyor bırakıyor peşimi.
ben, babamın evde olmasının verdiği bir güvenle ve kovalanmadığımın farkına vararak diyorum ki ''noldu lan orospu çocuğu gelsene yukarı'' bravo piknik tüpü bravo!
bu da aşağıdan sövüyor ama gelmiyor yukarı. neyse babam açıyor kapıyı, ben kıpkırmızı sucuk gibi terlemişim, ne oldu olum hayırdır ödü kopuyor adamın, canım babam. içeri geçip her şeyi anlatıyorum, hatta ufaktan abartıyorum, hırslıyım zaten, babamı da gaza getirmeliyim ki gitsin çocuğa kızsın hatta dövsün. babam da gaza geliyor tutuyor kolumdan daha soluklanamamışken aşağı iniyoruz. dönüş yolunda düşürdüğüm bir kaç tasoya denk geliyorum, onları da kapıyorum hemen, istifçi ruh hiç kaybolmuyor anlayacağınız. öfkeli öfkeli söyleniyor, ben o söylendikçe sinsi sinsi seviniyorum tabi.
neyse iniyoruz, bu şerefsiz yanında arkadaşıyla diğer apartmanın merdivenine oturmuş, dinleniyor. bizi görünce de hiç istifini bozmadan bekliyor gelişimizi. babam hışımla çıkışıyor ''ne kovalıyon çocuğu, abuk subuk oyun yüzünden kavga ediyorsunuz! siz bide abisi olacak yaştasınız, utanmıyor musunuz!'' yürü be babam benim.
çocuk sanki çalışmış gibi ''küçük ama orospu çocuğu demeyi biliyor'' diyor.
babam bana aynı öfkeli yüzle dönüp ''doğru mu bu?'' diyor. bende duyulması imkansız bir sesle onaylıyorum utana sıkıla. ilk ve son defa canım babam bir tokat patlatıyor yüzüme, gözlüğüm bahçeye fırlıyor, ben yaklaşık 60-70 derecelik açıyla olduğum yerde dönüyorum, yere düşmekle düşmemek arası, sendeliyorum, gene tasolarımın bir kısmı etrafa saçılmış. darbenin nereden geldiğini dahi algılamam zaman alıyor.
kiralık katilim beni vurmuş bide yetmezmiş gibi özür dilememi istiyor, gene aynı sessizlikte özür dilerim diyorum, itoğlu gülümsüyor, babam sesli olarak tekrarlatıyor. itoğlu gene gülümsüyor. yandaki çocuk zaten olaydan bağımsız kendini tutmuyor gülüyor kahkaha atıyor pezvnk. tam diyorum daha fazla kararamaz dünya diyor ki ''tasolarını ver çocukların bir daha da yok taso maso''. çok ilginçtir, 4-5 derece miyoplu gözümle yere düşenleri bir bir toplayıp benim en başta sahip olduğum tasolarda dahil tıpış tıpış eline veriyorum. tüm sermayemi. tefeciye evini kaptırmışlık hissinin çocuk versiyonu.
gözlerimde yaşlar, burnumda bir miktar sümük, göğsümde ayrılık acısına yakın büyükçe bir acı, gözlerimde öfkeyle karışık bir utanç, yanağımda cayır cayır ateş gibi tokat acısı, bahçede gözlüğümü bulma çabaları...
o gün bugündür adam akıllı küfür edemiyorum arkadaşlar.