mad men

  • amerika birleşik devletleri yapımı televizyon dizisidir..

    başrollerde Jon Hamm ve Elisabeth Moss rol almıştır. diğer önemli rollerde oynayan oyuncular ise; January Jones, John Slattery, Robert Morse, Christina Hendricks, Vincent Kartheiser, Rich Sommer, Aaron Staton, Kiernan Shipka, Alison Brie, Jessica Paré, Michael Gladis, Bryan Batt, Talia Balsam, Jared Harris, Kevin Rahm..

    mad men, reklamcılığın dünyada büyük bir ivme yakaladığı 60'lı yıllarda new yok'ta geçiyor. dizide don draper ve çevresindekilerin iş hayatını ve özel yaşamlarını izliyoruz..

    amerika birleşik devletleri'nde o dönemin neredeyse bütün önemli reklam ajansları reklam piyasasının kalbi olan ''madison avenue''de toplandığı için burada çalışan takım elbiseli, şık giyimli bu insanlara “madison avenue men” ya da kısaca “mad men” denilmektedir..

    mad men, 60'lardan günümüze toplumun sosyal değişimine ayna tutuyor. bir dönem dizisi olmasına rağmen altyapısı itibarıyla yıllar içindeki toplumsal ve bireysel değişimi harika bir şekilde göz önüne seriyor..

    dizide 60'lı yıllar sanatsal açıdan çok zarifti. kostümler, mekânlar, dekorlar, otomobiller hepsi estetik olarak büyüleyiciydi..

    mad men'de her türlü ayrımcılığın yapıldığını gözlemliyoruz. ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, yahudi düşmanlığı, kendinden olmayanı aşağılama gibi pek çok olumsuz örneğe tanık oluyoruz..

    mad men’in amerika birleşik devletleri ve tüm dünyada bu kadar etki yaratmasının nedeni olarak izlediğimiz her sahnenin arka planının ince ince işlendiğini söylemek yanlış olmaz. bu bakımdan the wire ve the sopranos'a benzetmek münkün. hâl böyle olunca da mad men izleyicideki seyir zevkini yükseltiyor..

    mad men, çok fazla psikolojik ögeler barındırıyor. karakterlerin içsel dünyası, ikili ilişkiler, hayâl kırıklıkları gibi konular son derece başarılı işlenmiş..

    dizinin en önemli özelliklerinden birisi tarihi olaylara sadık kalarak ilerlemesiydi. yani 62'de, 65'te, 69'da dünyada ve amerika birleşik devletleri'nde ne gerçekleştiyse dizide bunlara tanıklık ediyoruz..

    mad men'in yaratıcısı matthew weiner dizi hangi gün çekilecekse tarihte o gün gerçekte neler yaşandığına, günün hava durumuna, tren saatlerine, hava yollarına, otoyollara kadar en küçük ayrıntıya dikkat ediyormuş diziyi çekerken. yani mad men’in izleyiciyi içine çeken gerçekçiliği hiç de kolay elde edilmemiş..

    mad men'i izlerken 60'ları iliklerinize kadar yaşayacaksınız. martin luther king suikasti, amerika birleşik devletleri-sovyet rusya çekişmesi, vietnam savaşı, kennedy suikasti, hippi kültürünün doğuşu, feminizm, aya yolculuk, beatles'ın yükselişi, marilyn monroe'nun düşüşü gibi olaylara tanıklık ediyoruz..

    üçüncü sezon birinci bölüm açılış sahnesi şimdiye dek gördüğüm en iyi sezon açılış bölümlerinden biriydi. keza üçüncü sezon dördüncü bölüm sonu da şimdiye dek en etkilendiğim bölüm sonlarından biriydi. aynı şekilde üçüncü sezon on birinci bölüm o ana dek dizinin en hüzünlü bölümüydü..

    mad men'de haz etmediğim bazı hususlar vardı. birincisi o dönemde(1960'lar) siyahileri neredeyse insan yerine koymamalarıydı. o dönem bütün pis işleri ve ayak işlerini siyahilere yaptırıyorlardı. siyahi bir kadın en fazla sekreter olabiliyor, siyahi bir adam ise en fazla özel şoför olabiliyordu. herhangi bir işte yükselme ihtimalleri yoktu. diğer haz etmediğim husus ise erkeklerin kadınları bir meta olarak görmeleriydi. mad men'de erkekler çoğu zaman kadınları sadece seks yapmak için kullanıyordu. ayrıca kadınları evlilerse çocuk yapmak ve çocuğa baktırmak için kullanıyorlardı. bunlar dışında takıldığım diğer önemli konu ise erkekler kadınlara iş hayatında saygı duymuyor ve onları ciddiye almıyordu. erkeklerin büyük çoğunluğu iş hayatında bir kadının yükselmesine tahammül edemiyordu. bunlar gibi pek çok olumsuz olaylar yaşanıyordu dizide..

    mad men'in ilk iki sezonu olmasa da olurmuş diye düşünüyorum. ilk iki sezon âdeta uzun bir fragman gibiydi. hani fragmanı izlersiniz pek bir şey anlamazsınız ya işte ilk iki sezon tam olarak öyle. yani sanki çekmiş olmak için çekilmiş. bu iki sezonluk süreçte don draper dahil karakterlerin derinlerine inilmiyor ve karakterleri tanıyamıyoruz..

    dizi, bence üçüncü sezon başlıyor. don draper ve diğer karakterleri tanımaya ancak bu sezonda başlıyoruz diyebilirim..

    beşinci sezon dördüncü bölüm dizledeki en iyi bölümlerden biriydi..

    mad men'de en sevdiğim karakterler meredith, peggy, freddy, anna, roger ve michael'dı. bu oyuncular gerçekçilik açısından çok başarılıydı. mad men'de en sevmediğim karakterler ise don draper ve peter campbell'dı..

    mad men'in en sevdiğim özelliklerinden biri bölüm sonlarına doğru farklı karakterlerin ruhsal durumlarını en yalın hâliyle göstermesiydi. bu geçişler oldukça etkileyiciydi. bu durum mad men'i gözümde özel kılıyor. bu özgünlüğünden dolayı mad men'i diğer dizilerden ayrı tutuyorum..

    yedinci sezon yedinci bölüm sonu dizinin en hoş, en naif bölüm sonuydu. hatta şimdiye dek izlediğim diziler içinde en naif birkaç bölüm sonundan biriydi..

    mad men'in sezon finallerinin oldukça zayıf olduğunu düşünüyorum. sıradan bölüm sonları gibiydi..

    mad men'in sezon finallerinin oldukça zayıf olduğunu düşünüyorum. sıradan bölüm sonları gibiydi. bu da mad men'in gözümdeki eksik taraflarından biriydi..

    dizide en beğendiğim sezon üçüncü sezondu..

    sekreter karakterlerinin seçimlerini çok başarılı buldum. sekreterler arasında rolüne yakışmayan yoktu diyebilirim. ihtiyar ida, peggy, meredith, dawn, caroline, scarlett, clara, phyllis hepsi sanki gerçekten de o mesleği icra ediyormuş gibiydi. en sevdiğim sekreter ise meredith'ti. bu karaktere bayılmıştım. diğer çok sevdiğim sekreter dawn'dı. en seksi bulduğum sekreter ise scarlett'ti..

    dizide dikkatimi çeken en önemli hususlardan birisi 60'larda amerika birleşik devletleri'nde kadınların durumuydu. kadınların ikinci plana itildiği gerçeği tokat gibi çarpıyor yüzümüze. kadınların çalışmıyor ise sadece evine ve çocuklarına bakmak zorunda olduğu, çalışıyorsa iş hayatında yükselmesinin önüne geçildiği, sözlü ve fiziksel tacize uğraması, her türlü bezdirmeye(mobbing) maruz kalması üzücüydü gerçekten. daha da üzücü olanı ise amerika birleşik devletleri'ndeki 60'lı yıllarda kadına bakış açısı türkiye'de maalesef 2020'lerde hâlen devam ediyor oluşu. amerika birleşik devletleri'nden kadınlara bakış konusunda en az 60 yıl geride olmamız ve bu iktidarla farkın daha da açılmaya devam edeceği gerçeğiyle karşı karşıyayız ne yazık ki..

    dizinin her anlamda etkileri olduğu bir gerçek. örneğin, mad men'deki kadınların makyajları estée lauder'in makyaj koleksiyonuna da ilham vermiş. estée lauder makyaj kreatif direktörü tom pecheux, mad men’in anlatıldığı dönemin feminenliğe dair her şeyi içinde sakladığını söyleyerek yeni bir koleksiyon yarattıklarını belirtmiş..

    dizi bittikten sonra james b. south ve rod carveth tarafından mad men and philosophy(mad men ve felsefe) adlı kitap yayınlanmış. kitabın açıklaması ise şöyle; don draper ahlak felsefesine göre 'iyi' bir insan mı? reklamcılık etiğinden felsefi olarak nasıl bahsedebiliriz? mad men'de ırkçılık nasıl ele alınıyor? kadınların dizideki yeri için feminist bir okuma mümkün mü? mad men ve felsefe'de pete campbell, peggy olson ve don draper gibi kahramanlar platon, aristoteles ve nietzsche gibi filozofların öğretileriyle yorumlanıyor..

    yedinci sezon on üçüncü bölüm sonu dizinin en klas bölüm sonuydu. o kadar harika bir bölüm sonuydu ki bence orada final bile yapabilirlerdi. çünkü finale çok yakışırdı..

    mad men'i farklı kaynaklardan izlemiştim. izlediğim kaynaklar içinde en çok hoşuma giden alt yazı çevirisi "raho"nunkilerdi. çevirileri oldukça keyifliydi. basit ingilizce kelimeleri ve cümleleri türkçeye düz bir şekilde değil de türklerin kültüründeki kelimelere göre çevirmesini beğendiğimi belirtmek istiyorum..

    dizi baştan sona ağır ağır ilerliyor. eğer olayların hızlı geliştiği, aksiyonu, heyecanı bol yapım bekliyorsanız yanlış adrestesiniz..

    mad men sezonlarının çok uzun olduğunu kanısındayım. iki ya da en fazla üç sezonda rahatlıkla anlatılabilecek konuların yedi sezona yayılması biraz ticari amaca kaymış gibi. pek çok dizi izledim, ilk defa bir dizinin bir an önce bitmesini istedim. bu his mad men'in kötü dizi olmasından değil gereksiz yere uzatılmış olmasından kaynaklanıyordu. diziyi son derece kaliteli bulmama rağmen çok uzun sürdüğünü düşünüyorum. dönem dizisi olarak nasıl ki Carnivàle'yi, boardwalk empire'ı izlerken hiç bitmesin istediysem mad mad'in izlerken de çabuk bitmesini istedim..

    dizi ekibinden birinin şu çarpıcı sözlerini de paylaşmak istiyorum. “diziyi izleyince o zamanlar ne kadar ırkçı, ne kadar ayrımcı, ne kadar yahudi düşmanıymışız diye düşünüyorsunuz. evet öyleydik. aslında hâlen öyleyiz, sadece daha kibarız.”

    mad men'de dikkatimi çeken konulardan biri de eşcincellikti. henüz 60'lı yıllarda olunmasına rağmen eşcinselliğe tabu olarak bakmıyorlardı. bu onlar için her yerde olması gerektiği gibi sıradan bir durumdu. ülkemizde 2020'lere gelinmesine rağmen hâlen bu durumun cinsel tercihe/yönelime bağlı olduğunu idrak edemeyip sapkınlık olarak gören zihniyetler var. insanların özgür iradesine karışmaktan zevk alan toplumuz maalesef. bu konuda sanıyorum gelişmiş ülkelerden en az bir asır gerideyiz..

    dizi hakkında psikolog ayşe canan altındaş'ın muhteşem psikolojik inceleme yazısını öneririm. yazıya giden yol..

    mad men'i mad men yapan en önemli özelliklerin detaylarda gizli olduğunu düşünüyorum. bunlara biraz değinmek istiyorum. dizinin sanatsal satın alımlarından sorumlu yöneticisi ellen freund, dizide sadece bazı küçük aksesuarlar ve takılar için bölüm başına ortalama 15 bin dolar civarında para harcandığını söylüyor. ve bu aksesuarların döneme uygun olması için çok yoğun çalışmalar araştırmalar oluyormuş. mesela peggy’nin koluna taktığı bir saat gerçekten nadir bir parçaymış. peggy olson rolüne can veren elisabeth moss, o saatten özel hayatında kullanmak için satın almaya çok uğraşmış ancak bir emsali daha olmadığı için aynı saatten alması imkânsızmış. başka bir örnek verecek olursak betty draper’in taktığı bir vintage yüzüğün imitasyon olmaması ve gerçekten vintage bir parça olması için 40 bin dolar harcanmış. bölümlerde içilen lucky strike sigaraları el yapımıymış. o zamanların meşhur sigaralarından herbal cigarettes’in paketleri yine elle imal ediliyormuş. don draper karakteri filtresiz old gold sigaralarını tercih ettiği için filtreler özel olarak kesiliyormuş. başka bir örnek verecek olursak toz allık 1963’te icat edildiği için kadınların makyajlarında dizide toz allığın satılmaya başlandığı yıla geline kadar hep krem allık kullanılmış. içki konusuna da değinmek istiyorum. dizide o zamanların eski içki şişelerini kullanırken yeni etiket bastırmak yerine bazı dostlarının arşivinden orijinal eski içki şişeleri ve açık arttırmalardan alınan ürünler kullanılıyormuş. ayrıca dizide kullanılan buz kaplarının vintage olmasına da çok özen gösteriliyormuş..

    mad men'nin müzikleri harikulâdeydi. müzik konusunda benim de çok beğendiğim pek çok diziyi geride bırakır. aşağıda dizide geçen en sevdiğim şarkıları paylaşacağım..

    metro polka, choo choo cha cha, romanza italiana, i'd like to buy the world a coke, sixteen tons, blue in green, dominique, volare, raag ahir bhairav, maria elena, zou bisou bisou, love is blue, misirlou, agua de beber, the christmas waltz, bye bye birdie (bu şarkıda aklıma betty geliyor ve hüzünleniyorum. don draper, betty'e özel durumlarda birdie diye hitap ederdi.)

    dizide çalınan zarif şarkıların detaylı listesine şuradan ulaşabilirsiniz. mad men müzik listesine giden yol..

    mad men'in son derece kaliteli dizi olduğu sugötürmez bir gerçek. ancak bende bir hbo yapımı etkisi yaratmadı. mad men için hayatımda izlediğim en iyi diziydi diyenlerin gerçekten en iyi dizileri izlemediğini düşünüyorum. dönem dizileriyle kıyasladığımda ortalamanın çok üstünde olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. yine de bende carnivàle, boardwalk empire, rome, babylon berlin etkisi yaratmadı. kısaca mad men'in aşırı abartılacak bir yapım olduğunu sanmıyorum. çünkü mad men bittiğinde bende hbo yapımları bitince duyduğum o sanki hayatımdan bir şeyler eksiliyormuş hissi olmadı. mesela hbo yapımları bittikten sonra sanki evimden, ülkemden kovulmuş, tüm sevdiklerimi kaybetmiş, hayatta yapayalnız kalmışım hissini hiç hissetmedim..

    finali oldukça etkileyiciydi. izlediğim diziler içinde en iyi finallar arasına girecek kalitedeydi. tabii ki six feet under finalini izlemiş biri olarak artık hiçbir finalin beni gerçek anlamda tatmin edemeyeceği de aşikâr..

    şu andan itibaren okuyacaklarınız dizi ve karakterler hakkında oldukça fazla detay içermektedir. ayrıca epey uzun bir yazı olacak. özellikle bazı karakterlerle ilgili "aşırı ayrıntı" vereceğim. eğer izlemeden önce detayları öğrenmekten haz etmiyorsanız aşağıda yazılanları okumanızı "kesinlikle" önermiyorum..

    --- spoiler ---

    aşağıda mad men ile ilgili bazı anekdotlar paylaşacağım.

    *dizi ilk olarak hbo'nun yöneticilerine fakat dizinin tutacağından şüpheli olan yöneticiler bunu reddetmiş.

    *don draper rolü başlangıçta roger sterling'i oynayan john slattery düşünülmüş. daha sonra ise bu rol için jon hamm'da karar kılınmış. iyiki de böyle olmuş. yoksa çok sevdiğim roger sterling karakterinden nefret ederdim.

    *mad men'in 9 kişilik senaryo ekibinin 7'sini kadınlar oluşturuyormuş.

    *don draper karakteri için marlboro man'in yaratıcılarından olan chicago'lu draper daniels'tan esinlenilmiş.

    *dizinin maliyeti bölüm başına yaklaşık 2.8 milyon dolarmış.

    *mad men, 4 altın küre ve 15 emmy ödülü başta olmak üzere pek çok ödüle layık görülmüş.

    *oyuncuların dizide sürekli içtiği sigara ve içkiler gerçek değilmiş. don'un viskisi elma suyu martiniler ise soğan suyuymuş. içilen sigaraların da tamamı bitkiselmiş. christina hendricks, esquire'a dizide içilen sigaraların "iğrenç" olduğunu söylemiş.

    *the guardian gazetesinin 21. yüzyılın en iyi 100 dizisini sıraladığı listede mad men, kendine 3. sırada yer buluyor.

    *roger sterling’in dizideki ilk eşi mona(talia balsam) gerçek hayatta da roger sterling'i oynayan john slattery ile evliymiş.

    *başroldeki jon hamm bölüm başına 250 bin dolar kazanıyormuş.

    *dizide sıkça tartışılan sigara markası lucky strike, mad men'le ilişkilendirildikten sonra satışlarını neredeyse ikiye katlamış. yani 10 milyar daha fazla sigara satmışlar.

    *amerika birleşik devletleri eski başkanı barack obama, matthew weiner'a diziyi çok sevdiğini ve hayranı olduğunu söylediği bir mektup yazmış.

    *dizide beatles'ın “tomorrow never knows” şarkısının çalınabilmesi için 250.000 dolar telif bedeli ödenmiş. bu para şov tarihinde tek şarkı için ödenen en büyük meblağmış.

    *mad men, 2011 yılında 69 ülkede yayınlanıyormuş.

    *mad men dizisinin neredeyse tamamı new york'ta gerçekleşiyor, ama sadece pilot bölümü new york'ta çekilmiş. bölümlerin geri kalanı ise los angeles'ta çekilmiş.

    *netflix, mad men’in bölümlerini yayınlamak için 90 milyon dolar ödemiş.

    *dizi başladıktan kısa bir süre sonra amerika birleşik devletleri'nde 24-35 yaş aralığındaki kesiminin viski tüketiminde yüzde 12'lik artış görülmüş. dizi başladığından bu yana geçen süre içinde ise viski satışlarında toplamda %13-15 arasında artış olmuş.

    *dizi başlamadan peggy olson karakterini betty draper'ı oynayan january jones oynamak istemiş. iyi ki de böyle bir şey olmamış. peggy'i elisabeth moss kadar başarılı asla oynayamazdı.

    *megan(jessica paré), don'a beşinci sezonda “zou bisou bisou” adlı şarkıyla serenat yapar. bu şovun ardından şarkı 40 küsur yıl sonra dünya müzik listelerinden billboard hot 100'de 1 numaraya kadar yükselmiş.

    *sally’nin arkadaşı glen bishop'ı oynayan çocuk yapımcı matthew weiner’ın oğlu marten weiner’miş. yani babadan şanslıymış. weiner huffpost'a verdiği bir röportajında oğlu için "gerçekten çirkin ve gerçekten iyi bir oyuncu." demiş.

    *diziye amerika birleşik devletleri'nin dört bir yanından eski kıyafetlerini, aksesuarlarını bağışlayan insanlar olmuş. örneğin, peggy’nin don draper’ın ajansını terk ederken giydiği mor elbise, diziye tüm gençlik kıyafetlerini bağışlayan jean bell adlı hanımefendiye aitmiş.

    *sally draper'ı oynayan kiernan shipka, the huffington post'a 13 yaşındayken verdiği röportajda mad men'in hiçbir bölümünü seyretmediğini söylemiş. sanıyorum küçük olduğu ve olumsuz etkileneceği için seyretmesine izin verilmemiş.

    *dizinin 92 bölümünde de oynayan tek oyuncu jon hamm'mış.

    *dizinin sadece ilk bölümünde 70’ten fazla sigara içilmiş.

    şimdi de dizideki karakter çözümlemelerimi paylaşacağım. aşağıda bahsettiklerim dizi bilgileri dışındaki tüm yorumlar bana aittir. don draper'den başlıyorum karakter tahlilime. dizinin ana karakteriydi. mesleğinde çok başarılı bir karakterdir. ikna kabiliyeti ve etkileme gücü yüksektir. doğduğundan itibaren hayatı sorunludur. işinde en iyi konuma geldiğinde bile sorunlardan kurtulamaz. hayatı boyunca geçmişinden kaçar. o geçmişinden kaçtıkça geçmişi onun peşini bırakmaz. özel hayatı hep sorunlundur. evlidir ancak eşine saygı ve sadakat duymaz sürekli eşini aldatır. hiç dostu yoktur. konuştuğu sınırlı kişiler vardır ancak roger dahil hiçbiriyle gerçek arkadaşlığı yoktur. eski kimliğini eşi dahil herkesten saklar. ve bunu bir gün gerçeğin gün yüzüne çıkacağını bilerek yapar. karaktere psikolojik olarak bakarsak şunu söylemek mümkün. dizi boyunca sanki don’un kendisine atfedilen kimliklerin ötesinde, gerçek benliğini arama yolculuğuna tanıklık ediyoruz. psikolog ayşe canan altındaş'ın don draper hakkındaki şu sözlerini paylaşmak istiyorum. "don draper için dick whitman onun kimliğinin temellerini oluşturuyorsa, don ise onun kendisi seçerek inşa etmeye çalıştığı yeni bir kimliktir. ancak, bu ikisinin arasında don’un kendi öznel benliğini bulması dizinin tüm akışını oluşturur. yani, don için dick whitman, terk edilmesi gereken kimliktir, don draper ise dick’in üzerini örttüğü ve üzerine inşa ettiği yeni kimlik." don'nun bir bölümde söylediği şu sözler etkileyiciydi. "bir şey yemeden aylarca yaşayan yılanlar var. sonunda bir şey yakalıyorlar. ama o kadar aç oluyorlar ki yerken boğuluyorlar." don draper ile ilgili anlatacağım teknik bilgiler bunlardı. şimdi karakterle ilgili öznel yorumlarıma geçiyorum. don draper'dan dizi boyunca zerre kadar haz etmedim. tam bir şeref yoksunu olduğunu düşünüyorum. dizi boyunca ailesine, çevresindekilere ve kendine yaptığı yanlışların haddi hesabı yoktur. kendisini içine soktuğu kötü durumların hepsini hak ediyor, ancak sevenlerine yaptığı yanlışlar ve onları içine soktuğu durumlar asla kabul edilemez. bu karakterin olumsuz yönlerini pek çok açıdan klasik türk erkeklerine benzetmek mümkündür. sadakatsizliği, yalancılığı, kadınları sadece seks için kullanması, öz saygı yoksunluğu, küstahlığı, kibirliliği gibi konularda türklere çok benzemektedir. dizi boyunca başına gelen kötü şeylerin çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. bu karaktere iki bölümde acımıştım. o iki sahne dışında hep öfke duydum bu piçe. birincisi üçüncü sezonda eşine ailesinden ve çocukluğundan bahsederken ağladığı sahneydi. ikincisi ise altıncı sezon on üçüncü bölümde hershey's'in çikolata reklamını anlatırken yine çocukluğundan hatırladığı tek güzel şeyin hershey's çikolatası yediği zamanlar olduğunu anlattığı sahneydi. don'a yedi sezon boyunca toplamda otuz beş saniye civarı acıdım ve ardından bütün bu yavşaklığını çocukluğuna bağlayıp kendini yaptığı her pislikten aklamaya çalıştığı aklıma geldi ve bu rezil karakterden tiksinmeye devam ettim. bu müptezel tam bir uçkur delisidir. asla uçkuruna sahip olamaz. iradesiz bir yavşaktır. bu lavuk dizi boyunca rocco siffredi gibi geziyordu. en büyük fantezisi elalemin karısıyla ya da sevgilisiyle yatmaktır. hatta o kadar aşağılık bir yaratıktır ki bu kendi arkadaşlarının eşleriyle gizli gizli yatar. ve bu utanmaz arlanmaz gavat bunları yaparken kendi karısına biri masumca bir tebessüm dahi etse hemen hop hop n'oluyoruz triplerine girer, karısını o ortamdan uzaklaştırır. öyle de iki yüzlü orospu çocuğudur. dizi tarihinde gördüğüm en bencil karakterdir bu piç. kendinden başka kimseyi umursamaz. dördüncü sezon yedinci bölümde peggy'nin doğum gününü mahvetmesi ve üstüne kendini haklı çıkarmaya çalışması ise tam bir don draper adiliğiydi. keza dördüncü sezon ikinci bölümde don draper'in sekreterine yaptığı muameleyle ne kadar büyük bir orospu çocuğu olduğunu teyit ettirmişti. hiç unutmam sekreteri don'a ''you’re not a good person!'' demişti. sterling cooper'daki bazı başarılarda kendinin zerre kadar payı olmadığı halde o başarıları her zaman sahiplenmesi ise beni âdeta çıldırtmıştır. hayatımda bu kadar yavşak bir karakter görmedim. bu don denen lavukta vefa duygusu sıfırdır mesela. tam bir nankördür. altında çalışanların fikirlerini(en çok peggy'nin) "çalarak" kazandığı ödüller için asla teşekkür etmez. hatta o kadar nankör bir piçtir ki bu don, kendisini bir tezgahtarken yalvararak yanına aldırdığı ve deyim yerindeyse kendisini adam ettiği roger'a bile şükran duymaz vefa göstermez. bir teşekkür dahi etmez. öyle karakter yoksunudur. bu don meymenetsiz, ruhsuz biridir. ne doğru düzgün espri anlayışı vardır, ne gülmeyi becerebilir. eğlenmeyi bilmez, eğlenmekten tek anladığı başkalarının eşleri ya da sevgilileriyle yatmaktır. yani duvar gibi bir şeydir. bu don nasıl bir tiptir size söyleyeyem mi? hani okul sınıflarında iş yerlerinde veya başka ortamlarda illa ki herkesin birlikte nefret ettiği bir tip vardır, her hareketi her konuşması insanı delirtir ya, hani herkesin dövmek ya da dövdürmek istediği biri vardır ya işte don lavuğu o kişidir. bunu böyle durup dururken döveceksin ama neden dövdüğünü de söylemeyeksin. tam olarak öyle biri bu don. mesela bu lavuk insanlar içinde birilerini aşağılamaya ergen gibi laf sokmaya çalışır. duck'a toplum içinde artislik yapıyordu, bir akşam duck şirkete gelmişti bu don lavuğunun da duck'ın da kafası iyiydi, don kendini yine kalabalıklar arasındaki gibi rahat sandı ve duck'a meydan okudu, sonuç olarak duck bunu yere serdi ve tam sopalayacaktı, sonra ne mi oldu bu artist don pes edip duck'tan özür diledi. kendinden güçsüzleri ezmeye kalkan bu dallama gücü yetmeyenden de af diler. işte bu kadardır bunun erkekliği. yeni şirket kurulduğunda peggy'nin işe girmesi için yalvaran bu lavuk, beşinci sezon on birinci bölümde peggy'nin başardığı iş sonucu hakkı olan masum bir isteğinin karşılığında peggy'nin suratına para atacak kadar karakter yoksunu aşağılık biridir. aynı zamanda bu puşt madde bağımlısının tekidir. briyantin kovasına sokulmuş gibi görünen saçları da kendisi gibi iticiydi. beşinci sezon on ikinci bölümde lane pryce'a yaptığına ne demeli peki. lane bu gavata yeni şirket kurması için her konuda yardım etmişti. bu lavuk ise lane'i sadece yedi bin beş yüz dolar yüzünden istifa etmeye zorladı, lane bu piçe o kadar yardım etmişti ama bu don adamın iki dakikada hayatını bitirdi, hem de sadece yedi bin beş yüz dolar için. yaptığı bütün aşağılık şeyleri kötü bir çocukluk geçirmesine bağlaması ise tam bir don draper yavşaklığı. altıncı sezonda yeni ortakları ted'in içkiye karşı zayıf olduğunu bildiği için iş konuşması bahanesiyle adamı sarhoş edip şirkette rezil duruma düşmesine sebep olmuştu bu piç. neyseki aynı sezon onuncu bölümde bu lavuk iş için kaliforniya'ya gittiğinde orada buna esrar içirmişlerdi, bu don yavşağının kafası göt olmuştu ve havuza düşmüştü, orada herkese rezil olmuştu. ben de bu durumu bir çeşit intikam gibi düşünüp buna çok sevinmiştim. bu lavuk kendinden başka kimsesin başarısını ve mutluluğunu çekemezdi. özellikle peggy'in başarılı ve mutlu olmasına içten içe karşıydı. bu lavuğu bazı onursuzluklarından dolayı kendisini vern schillinger'a benzetiyorum. don draper'in en önemli özelliklerinden biri de işlerin kötüye gitmeye başlayacağını hissettiği an ortadan kaybolmasıydı. bir şeylerin ters gitmeye başladığı anda kimseye tek laf etmeden alıp başını alıp uzaklara gider bir süre kafa izni yapardı. bu karakterin adı dahil her şeyi kolpadır. senaristler dizi tarihinin en yavşak, en bencil, en kolpa karakterini yaratmak için özel bir çaba harcamışlar. şimdiye dek pek çok dizi ve film izledim bu kadar tiksindiğim az karakter vardır. yahu arkadaş bu adam yedi sezon boyunca hiç mi iyi bir şey, güzel bir şey yapmadı derseniz tabii ki yaptı. dizi boyunca don draper hep adi ve yavşak değildi. yani bu karakter salt kötü değildir. vern schillinger izlemiş biri olarak don draper'e kötü biri dersem taş olurum. yiğidi öldür hakkını yeme demişler. mesela şirkete yeni reklam işi bulunduğunda eski işini satmazdı. hem de yeni işi daha kârlı olsa bile. eşine ve sevenlerine sadakat duymayan don, ilginç bir şekilde bu konuda işine sadık kalabiliyordu. parayı pek sevmezdi. keyfine düşkündü. ayrıca dizi boyunca bazı insanlara 'karşılıksız' yardım etmişliği de vardır. özünde iyi biri olduğunu biliyorum ama yaptığı piçlikler yavşaklıklar, onursuzluklar yüzünden haz etmiyorum kendisini. yedi sezon boyunca nefret ettiğim adamı son sezonun on üçünde bölümünün sonunda anlık da olsa sevmeme sebep oldukları için senaristlere çok öfkeliyim. çünkü ben bu karakterden son ana nefret etmek istiyordum. son olarak don draper için daha farklı bir final bekliyordum.

    peggy olson'dan özellikle bahsetmek istiyorum.
    ahh peggy'ciğim..
    öncelikle şunu belirtmeyim ki elisabeth moss, peggy olson rolünü muhteşem oynamış. dizide en saygı duyduğum karakterdi. mad men'deki en kişilikli, en onurlu, en dürüst iki karakterden biridir gözümde peggy olson. peggy'nin en önemli özelliklerinden birisi mükemmeliyetçi olmasıydı. her konuda her zaman en iyisini yapmak isterdi. duygu durum değişikliğini mükemmel yansıtıyordu ekrana. mimiklerine bayılıyorum. öfkelendiğindeki bakışları ayrı güzeldi. ilk bölümle son bölüm arasındaki değişimi ve gelişimi ise büyüleyiciydi. bu değişimini biraz six feet under'dan tanıdığım claire fisher'ın gelişime benzetiyorum. claire, six feet under'a ergen bir geç kız olarak başlamıştı. dizi bittiğinde ise bambaşka bir kadın olmuştu. peggy ile bu açıdan oldukça benziyorlar. peggy'nin başlarda sıradan bir sekreter iken biraz çekingen ancak hırslı ve öz güvenli tavırları pek hoştu. ilerleyen bölümlerde mevkisinin yükselmesiyle zaten kendine olan güveninin iyice artması peggy'i gözümde oldukça cazibeli kılmaya başladı. sezonlar ilerledikçe bu gelişimini takdir ettim. beşinci sezon dördüncü bölümde peggy'nin roger'dan bir işi yapması için aldığı dört yüz doları roger gittikten sonra gözlerinden mutluluk akarak sayması görülmeye değerdi. yine beşinci sezonda yeni bir iş teklifini kabul ederek sterling cooper'dan ayrılacağını don draper'e söylediği sahne çok etkileyiciydi. don'un peggy'ye yaptığı bütün yavşaklığına rağmen peggy'nin don'a her zaman vefasını göstermesini çok takdir etmişimdir. elinden geldiğince insanlara yardım eytmeye çalışırdı. ırkçı çatışmaların yoğun olduğu dönemde evine gidemeyip şirkette uyumak zorunda kalan siyahi sekreter dawn'ın durumunu anlayınca hiç tereddüt etmeden evine alan kocaman kalpli peggy'den başkası değildi. peggy için üzüldüğüm bir husus var, o da özel hayatında bir türlü gerçek mutluluğu yakalayamamasıydı.'*' hayatına girmesine izin verdiği adamlardan dolayı yüzü bir türlü gülmedi peggy'nin. oysa bence dizide mutlu olmayı en çok hak eden karakter peggy'di. iş hayatındaki başarısını özel yaşamında da elde etmesini istedim hep peggy'nin. sıfırdan başlayıp deyim yerindeyse tırnaklarıyla kazıyarak itibarlı bir kariye sahip olmuştur. en önemlisi de bulunduğu konuma gelmek için kimseyle yatmamıştır. zekâ ve her zaman kendinden emin, öz güveni yüksek, disiplinli olması ona iş hayatındaki bu basamakları tırmandırmıştı. peggy olson karakteri kesinlikle saygıyı hak ediyor. elisabeth moss, mad men ve peggy karakteri için şu sözleri söylemiş. ''televizyonlar kendi kadın kahramanlarını yarattı; bu çok hoşuma gidiyor. her geçen gün televizyon dünyasından yetenekli, güzel havalı kadınlar görüyoruz. bu sanki bir erkek dizisi gibi görünse de içten içe bir kadın dizisi. kadın karakterlerin çok iyi işlendiği ve rollerinin çok iyi yazıldığı bir dizi. peggy ilk zamanlar, brooklyn’den gelen, katolik, kıyafetlerini kendi dikip giyen, moda anlayışı kısıtlı bir kızdı. zaman içinde neyse ki karakterim giyinmeyi öğrendi. şimdi peggy’nin giyim tarzına bayılıyorum.'' peggy, sterling/cooper'da yükselmeye başladığında ev ile iş yeri mesafesinin uzunluğundan şikayet ederek artık manhattan'a taşınmak istediğini ablasına ve annesine söylemişti. bu konuşma sırasında ablası peggy'ye ama oradaki kızlar bizden çok farklı dediğinde peggy'nin artık ben de o kızlardan biriyim dediği sahne beni çok etkilemişti. son bölümde yeni iş yerine taşınmayı beklerken eski ofisinde bazı işlerini halletmeye gelen roger'la karşılaşmışlardı. harika sahneler vardı bu bölümde. roger, işle uğraşırken her zamanki gibi içki içmek istiyordu ancak dışarı çıkmak istemiyordu. peggy'den dışarı çıkıp içki almasını istemişti fakat peggy o mağrur tavrıyla ben senin ayakçın değilim deyip(yine de kalbini kırmadan) roger'e geri çevirmişti. sonra dayamayıp ofisinde kalan son vermut'u içer misin sormuştu roger'a. roger, normalde içmediğini ancak o raddede ne olursa içmek istediğini belirtti. ardından peggy, son içkisi olan vermut'unu roger'la paylaşmıştı. kafaları hoş olmaya başlayınca roger piyano çalmaya peggy ise ofisin boş koridorlarında patenle kaymaya başlamıştı. o sahne gerçekten harikulâdeydi. ardından bertram cooper'e ait olan ancak roger'a kalan ve roger'ın da peggy'ye hediye ettiği değerli tabloyla'*' güneş gözlüklerini takmış, ağzında sigarasıyla son derece havalı bir şekilde tüm zarafetiyle yeni şirkete giriş yaptığı sahne ise görülmeye değerdi ve âdeta dizinin özetiydi. hoşça kal peggy. seni her zaman güzel hatırlayacağım..

    betty draper'den bahsedeceğim biraz. bu karakterden genel olarak haz etmedim. don draper gibi yavşak birine yıllarca katlanması sinirimi bozuyordu. dördüncü sezon on üçüncü bölümde dadı carla'ya yaptığıyla bana kısmen skyler white'ı hatırlattı. benim gözümde betty kendisi mutlu olamadığı için herkesi mutsuz sanan bir kadındı. ayrıca betty'nin saçlarının şeklinin yedi sezon boyunca hiç değişmemesi de dikkatimi çekmişti. bu karakteri pek sevmesem de dizinin sonuna doğru yaşa(yama)dıklarına üzülmüştüm.

    şimdi de sırada roger sterling var. rolüne en çok yakışan karakterlerden biri de roger sterling'ti. oyuncu kesinlikle rolünün hakkını vermiş. john slattery zengin, şımarık, küstah, alaycı patron roger rolünü oynamamış âdeta yaşamış. izlerken oyuncu sanki önceki yaşamında gerçekten de roger sterling'miş gibi bir his uyandırıyor. sayısız dizi ve film izledim hayatımda züppe, ukala, zengin piçi, varlıklı babanın şımarık oğlu gibi deyimlerin bu kadar yakıştığı bir karakter görmedim. john slattery, bu rolü nasıl bu kadar içselleştirmiş hayret ediyorum doğrusu. roger'in en sevdiğim özelliği hiçbir şeyi kafasına takmamasıydı. dünyanın bütün saçmalıklarıyla alay edebiliyor. bu sayede uzun yaşıyordu. roger sterling tam bir keyif adamıydı. bu konuda roger'ı kendime hep yakın hissettim. hazırcevap olması ise harikaydı. roger'in arada bir anne ve babasının kendisine verdiği öğütlere değinmesi bu karakter için harika bir detay olmuş. gözümde roger sterling rolünü john slattery'den daha iyi oynayacak oyuncu sayısı dünyada bir elin parmaklarını geçemez. mad man'in en klas oyuncusu kim diye soracak olursanız ben oyumu rahatlıkla john slattery'den yana kullanırım. en son bir oyuncunun rolünü bu kadar kusursuz oynadığı karakter olarak vern schillinger'ı(j.k. simmons) hatırlıyorum. john slattery'nin fiziksel olarak gerçek yaşının üzerinde göründüğü de bir gerçek. roger'in altıncı sezonda don lavuğuna karşı eşinin dansını taklit ettiği sahne epey komikti. bu her daim şen şakrak, espirili adamın altıncı sezonda annesi yaşama veda ettikten sonra ofisinde hatıra olarak kalan ayakkabı kutusuna bakarken gözyaşlarına hâkim olamaması beni de izlerken hüzünlendirmişti. bert cooper'in yaşama veda ettiğini öğrendiğinde apar topar şirkete gitmişti, cooper'in odasına girmişti ve kapıdaki bert cooper yazısına uzunca bakıp yazıyı oradan söktüğü sahnede yedi sezon boyunca ilk ve son kez "gözyaşı dökmüştüm". çünkü bert amcayı ben de roger gibi çok severdim. ardından don'u arayıp kara haberi verirken ''zavallı bert, öleceğini tahmin etmeliydim, son konuşmamızda napolyon'dan bahsetmişti, napolyon'dan bahsetmeye başlayan bütün yaşlılar ölürler.'' dediği sahne çok dokunaklıydı. dizinin sonuna doğru roger'in bert cooper'a ait "tako to ama" tablosunu peggy'e hediye edip bunu ofisine asarsın dediği sahne kendisine yakışacak kadar klastı.

    joan holloway'den bahsedeceğim şimdi. sterling/cooper'in en kıdemli çalışanlarındandır. idari işlerden ve personelden sorumludur. kendisi de işe sekreter olarak başladığı için seketerlerin ruh hâlinden en iyi o anlar. yöneticiliği oldukça iyidir. ikili ilişkilerde başarılıdır. joan da dizinin çoğu karakterinde olduğu gibi özel hayatında pek başarılı değildir. kızıl saçlarıyla dolgun vücut hatlarıyla dizinin en cazibeli ve en seksi karakterlerindendir. joan'la ilgili üzüldüğüm tek konu şirkete ortak olduğu sıradaydı. burada beni rahatsız eden olay şirkete ortak olması değil, nasıl ortak olduğuydu. sterling/cooper'a yaklaşık on bir yılını verdiği ve çok çalıştığı için değil bir reklam işini almaya çalışırken reklam verecek patronlardan biri joan'la yatmak istiyor diye joan'ın şirketin yüzde beşine ortak olabilmek için o adamla yatmak zorunda kalmasıydı beni rahatsız eden. joan'dan iğrendiğim bir konuyu da belirtmek istiyorum. deyim yerindeyse daha dün tanıdığı bir adama(richard burghoff) senin için kendi çocuğundan vazgeçiyorum demişti. işte orada joan'ın ne biçim insan olduğu belli olmuştu gözümde.

    freddy rumsen'a değinmek istiyorum şimdi de. öncelikle bu karakter benim dizi boyunca en sevdiğim üç karakterden biriydi. sterling/cooper'in en kıdemlilerindendi. dizide fazla görünmemesine rağmen bence değerli roldeydi. peggy'ye gerek iş hayatında(metin yazarlığı) olsun gerek özel yaşamında olsun önemli tavsiyelerde bulunurdu. peggy'nin iş hayatında ulaştığı noktaya biraz da olsa katkısı olduğunu düşünüyorum. fredie'nin şirketten uzaklaşması ise tam olarak gülsek mi ağlasak mı durumundaydı. bir gün içki sorunları yüzünden şirkette gülünç duruma düşmüştü ve o günden sonra sterling/coopar'daki hayatı bir daha asla eskisi gibi olmadı.

    michael ginsberg'den söz edeceğim şimdi. dizideki en karakterli, en onurlu, en dürüst kişiydi. zeki, yaratıcı, yetenekliydi. en önemli özelliklerinden birisi herkese verecek zekice bir cevabı olmasıydı. sözünü sakınmaz ilkelerinden taviz mermezdi. sanatçı ruhlu ve biraz kafadan üşütük olduğu için şirkette ve özel hayatında neredeyse kimseyle anlaşamıyordu. herkesten farklı düşünmesi michael'i her zaman yalnızlığa sürüklüyordu. altıncı sezon onuncu bölümde patronlardan olan jim cutler'in yüzüne, savaşa karşı olmadığı için ve parayı insanların hayatından daha önemli gördüğü için sen faşist iğrenç bir adamsın diyebilecek kadar da cesur biriydi. babalarının çöpçatanlık yaparak tanıştırdığı bir kadınla ilk buluşmasında sen güzel, akıllı, seksi bir kızsın bu işleri(tanışmalar) bu şekilde yapmana gerek yok diyecek kadar açık sözlüydü. yedinci sezon dördüncü bölümde şirkete bilgisayar getirmişlerdi. koca şirkette bu bilgisayardan işkillenen tek kişi michael'di. deyim yerindeyse kafayı bilgisayarla bozmuştu. makinanın ortamdakilerin üzerine tuhaf şeyler yaydığını düşünüyordu. şöyle ki bilgisayarın bütün ofis çalışanlarını homoseksüel yapacağını düşünüyordu. kafayı o kadar takmıştıki yedinci sezon beşinci bölümde bilgisayardan geldiğini düşündüğünü kötü radyo dalgalarını engellemek için memesinin bir kısmını kesmişti. o bölüm gerçekten çok ilginçti. michael, dizi boyunca sevdiğim üç dört karakterden biriydi. diziden ayrıldığı bölüm ise oldukça dramatikti.

    duck phillips de rolünün hakkını en iyi şekilde verenlerdendi. güçlü bir karakterdi. yöneticilik konusunda oldukça başarılıydı. iş bağlama, yetenekli insanları kadrolarına katma gibi konularda uzmandı. gözümde duck'ın yeri ayrıdır. sadece don'dan nefret ettiği için bile sevebilirim bu karakteri. don draper denen kolpayı alaşağı ettiği sahneyi unutmak mümkün mü? bir gece ofiste don'la karşılaşmışlardı. don'u yere sermişti ve dövmeye hazırlanıyordu, bu arada ikinci dünya savaşında japonya'daki kahramanlığından da bahsetmişti. tam dövecekken don lavuğu kendisinden özür dileyip pes etmişti. sırf bunun için ayrı severim bu karakteri.

    trudy campbell'dan bahsetmek istiyorum biraz. dizideki rolü peter campbell'in eşi olmakla sınırlı olsa da ben bu karakteri çok beğeniyordum. dizide rolüne en çok yakışan karakterlerden biriydi gözümde. oyuncunun kendisini araştırdığımda oynadığı diğer rollerde de çok tatlı olduğunu gördüm. trudy gibi güzel, alımlı, iyi niyetli, akıllı, güler yüzlü, sevecen bir kadının peter gibi karakter sorunlu, kibirli, küstah, sadakatsiz yavşak ve kısmen kötü niyetli birine yıllarca nasıl katlandığına hayret ettim. acaba ömür boyu peter'a katlanacak mı diye düşünürken en sonunda altıncı sezonda peter'a yol vererek bence hayatının en doğru kararını vermişti. ardından ise son sezonda peter'ın palavralarına tekrar inanıp peter'i affederek hayatının en yanlış kararını verdiğini düşünüyorum. bu konuda trudy'e kızgınım.

    şimdi ise sally draper'dan bahsedelim. diziye çocuk oyuncu olarak başladı ve bir genç kız olarak bitirdi. yaşına göre oyunculuğu oldukça başarılıydı. dedesinin yaşama veda ettiğini öğrendiği sahnede sanki benim de bir yakınım yaşama veda etmiş gibi üzüldüm. sırf sally'le daha fazla vakit geçirmeleri ve sally'e hayata dair daha fazla şey öğretmesi için gene dedenin(büyük babası) daha fazla rol almasını isterdim dizide.

    anna draper karakterinden söz edeceğim biraz da. bu karakteri dizide azıcık oynamasına rağmen çok sevmiştim. hayat dolu, güler yüzlü, iyi niyetli, sıcacık, pamuk şeker gibi bir kadındı. üstelik böyle güzel bir insan don gibi adi birini içtenlikle seviyordu. bu duruma çok içerliyordum. tabii don'un iğrenç taraflarını hiç görmemişti. gerçi baktığınız zaman dizi boyunca seks bağımlısı gibi gezinen don, sadece anna'yla yatmak istememişti. don draper, dizi boyunca gerçek anlamda ilk ve tek olarak bir kadına insan olduğu için değer veriyordu, o kadın da anna'dan başkası değildi. dizideki sonu beni çok üzmüştü.

    mona sterling'den bahsedeceğim biraz. şirketin iki ortağından biri olan roger sterling'in karısı rolündeydi. zeki, cazibeli, güçlü bir karakterdi. bir aileyi nasıl yönetmesi gerektiğini ve zor zamanlarda ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. roger gibi züppe, umursamaz, serseri ruhlu birine yaklaşık otuz yıl katlanmıştı.dizdeki o ağırbaşlı asil kadın rolü bence muhteşemdi. rolüne en yakıştırdığım karakterlerdendi. ayrıca yedi sezon boyunca dizideki en zarif, en alımlı, en şık kadın bence mona'dan başkası değildi.

    stephenie horton karakterine değineceğim şimdi. dizide sınırlı sahneleri olmasına rağmen beni müthiş etkilemeyi başarmış bir karakterdi. muhteşem bir auraya, cazibeye, etkileyiciliğe sahipti. aldığı kararlar ve yaşam biçimi itibarıyla döneminin aykırı genç kadın modelini harika yansıtıyordu. dizide en beğendiğim iki kadından biriydi. kendisine hayranlık duyuyordum. sırf bu hayranlıktan dolayı oynadığı diğer yapımları özel olarak araştırmıştım. ama başka hiçbir rolde bu kafar zarif, bu kadar alımlı, bu kadar çekici değil. keşke daha fazla rol alsaydı.

    şimdi de meredith'ten bahsedelim biraz. bu karakter diziye sonradan dahil olanlardandı. başlarda sterling/cooper'da resepsiyonda duran basit bir sekterken ilerleyen bölümlerde don draper'in birinci sekreteri olmuştu. don'u savunması ve arada bir uyarması çok hoştu. inanılmaz tatlı bir kadındı. bu karaktere bayılıyorum. konuşma tarzı, mimikleri, kıyafetleri, saçları her şeyiyle çok pamuk şeker gibi tatlıydı. ayrıca izlediğim sayısız yabancı diziden şimdiye dek sosyal medyada takip ettiğim iki kişiden biridir. o derece seviyorum bu karakteri.

    dizide en haz etmediğim karakter iki karakterden biri peter peter campbell'di. peter'i genel olarak sevmedim. bu karakterden çoğunlukla tiksinirdim, sonraki bölümlerde bir iki sahnede gözüme girmişti ama hepsi o kadar. sonra yine don gibi tiksinmeye devam ettim. evliliğinin ilk zamanlarında karısı trudy'nin kendisine olan aşkını defalarca kötüye kullandı. en sonunda eşi trudy bununla artık uğraşamayacağını anladı ve bunu terk etti. zamanında sırf kendisine aşık olduğunu bildiği için bunu kötüye kullanıyordu. ileriki bölümlerde kalbini çok kırdığı naif eşi trudy'nin ayaklarına kapanıp yalvarması beni çok hoşnut etmişti. ancak trudy'nin bu pisliğin palavralarına tekrar inanıp onu affetmesine öfkelenmiştim. don draper'a özenen campbell'in iticiliği dışında hiçbir şeyi don'a benzemiyordu. bu lavuk nasıl biriydi biliyor musunuz, hani böyle vardır ya hepimizde olan bir şey. hani birine hböyle durup dururken size hiçbir şey yapmasa bile sinir olursunuz, her hareketi gözünüze batar iyi bir şey yapsa bile. bunu böyle durup dururken alıp döveceksin ama nefen dövdüğünü de söylemeyeceksin. tam da böyle biri işte peter campbell. izleyince bana hak vereceksiniz. bu peter bir yandan herkesçe itibar gören önemli bir iş adamı olmak isterken bir yandan da evinin erkeği ailesinin reisi olmak istiyordu. ama gel gör ki ikisi de olamıyordu.

    bert cooper amcadan bahsedeceğim şimdi. yaşına hürmeten kendini sona sakladım. mad men'deki reklam şirketi olan sterling/cooper'ın kurucularındaki cooper'dı. bert cooper patrondu ancak öyle her mevzuya da karışmazdı. önemli konularda ağırlığını gösterir işleri yoluna koyardı. genel olarak herkesin saygı duyduğu ve sevdiği bir karakterdi. yaş itibarıyla şirketteki eski kulağı kesiklerdendi. gerek kıyafetleri gerek üslubu olsun tarzını her zaman beğendiğimi söyleyebilirim. dizide ton ton bir dede gibiydi âdeta. cooper'ın en ilginç özelliği ofisine ayakkabıyla kimseyi almamasıydı. onunla konuşmaya gelenler odasının önünde ayakkabılarını çıkarmak zorundaydı. bert cooper'in bu özelliği çok hoşuma gitmişti. dizi boyunca sevdiğim bir karakterdi. tek haz etmediğim yanı siyahi bir sekreterin resepsiyonda durmasına karşı olan tutumuydu. yaşama veda ettiği sahne çok hüzünlüydü. aya ilk ayak basma olayına televizyonda tanıklık ettiğinde çok sevinçli görünüyordu. o sevincin son mutluluğu olduğunu bilmeden. yaşama veda ettikten sonraki sahnesinde etrafına şık ve güzel genç hanımları alıp ay ile ilgili şarkı söyleyip dans ettiği sahneyi unutmak mümkün mü?

    --- spoiler ---
  • televizyon tarihinde çekilmiş en iyi üç dört diziden biridir. en azından benim izlediklerim içinde en iyisidir.
  • asla sıkmayan izledikten sonra karakterinizi şekillendiren yapımdır.
  • Senden sonra kimse olmadı Don draper.
    Sakalsız bile beğenebildiğim tek adamsın. Bu ne demek bilmen imkansız. Bazen aşırı kızsam da sana, seni çok seviyorum.

    Tanım: her sezonu, her bir bölümü, bir bütün olarak tamamı muazzam olan dizi.
  • 2007-2015 yılları arasında çekilen abd yapımı bir dram dizisi. 7 sezon 92 bölümden oluşmakta.

    2008, 2009 ve 2010 yıllarında en iyi dram dizisi dalında golden globe'u kazanmıştır. ayrıca dizinin başrolü jon hamm, 2008 ve 2016 yıllarında bir dram dizisindeki en iyi erkek oyuncu dalında 2 golden globe kazanmıştır.

    matthew weiner'in yarattığı dizide jon hamm'in dışında; elisabeth moss, vincent kartheiser, january jones, christina hendricks, aaron staton, rich sommer, john slattery, kiernan shipka, robert morse, christopher stanley, jessica paré , jay r. ferguson, michael gladis, bryan batt, alison brie gibi oyuncular da oynuyor.

    1960'lı yılların başında new york'un en prestijli reklam ajanslarından birinin gizemli ve aşırı derecede yetenekli reklam yöneticisi donald draper'a odaklanarak yapılmış bir dram dizisi.

    "aşkı hissetmemenizin nedeni, olmadığı içindir. aşk dediğiniz şey, benim gibiler tarafından naylon satmak için icat edildi. yalnız doğarsın, yalnız ölürsün ve bu dünya, bu gerçekleri unutman için sana bir takım kurallar koyar. ama asla unutmam; yarın hiç gelmeyecekmiş gibi yaşıyorum, çünkü gelmeyecek."