güne bir fizik bilgisi bırak

  • çoğumuzu korkutacak yükseklikler kedilere vız geliyor çünkü kediler, herhangi bir insanın düştüğünde sağ kurtulamayacağı kadar yüksek bir yerden düşseler bile hayatta kalabilirler.
    nedenine gelince:

    dünya atmosferi içinde bulunan tüm cisimler, hava sürtünmesi (yüzey alanları ile orantılı) ve ağırlıkları tarafından belirlenen bir son hıza ulaşabilirler. ağırlık ve yüzey alanı değişmediği sürece son hız da sabit kalır. ağırlık doğal olarak değiştirilemez; ancak yüzey alanı değiştirilebilir. örneğin, paraşütle atlayanlar havada kollarını ve bacaklarını açarak hava ile temas eden alanlarını artırır ve böylece düşme hızlarını da azaltırlar.

    düşmekte olan kedilerin davranışı da paraşütle atlayanlarınkine benzer. kediler düşerken son hızlarına ulaştıklarında bacaklarını tıpkı uçan sincaplar gibi vücutlarıyla aynı hizada duracak şekilde açarlar. bu hava direncini artırır; düşme hızlarını düşürür; yere çarpış sırasında da etki vücudun bütünü üzerinde yayılmış olur.

    ayrıca , bir fizik kuralı değil ama, sadece kedilere has bazı özellikler örneğin esnek eklemleri ve kaslı bacakları, iç kulaklarında bulunan ve süper bir jiroskopa (dönüş ekseninin kendi kendine herhangi bir yönü kabul etmekte özgür olduğu dönen bir çark veya disk ) benzeyen denge mekanizmaları da çarpmanın etkisini azaltabilir.

    bir kedi düşüşüne sırt üstü olarak başlarsa, daha bir metre bile düşmeden, dört ayağı da yere doğru bakacak biçimde döner. oysa insanların sahip oldukları jiroskobun çok daha az etkin olduğu söylenebilir. çünkü insanlar düşerken kontrolsüzce çırpınma eğilimindedirler.

  • bir sıvı donduğunda genelde hacmi azalır bu demek oluyor ki kütle aynı kaldığı, hacim azaldığı için yoğunluğu artar. biz bu katıyı kendi sıvısının içine bırakırsak katının yoğunluğu sıvının yoğunluğundan büyük olduğu için katı batar ama su gibi özel sıvılarda durum farklılık gösterir, buzu suya attığımızda yüzer çünkü yoğunluğu sudan azdır. yoğunluğunun az olmasının sebebi su molekülerinin kutuplu olmasıdır. su moleküllerini küçük mıknatıslar gibi düşünürsek suyun sıcaklığı azaldığında bu küçük mıknatısların hareketliliği azalır öyleki normalde birbirine yakından* geçip birbirini az etkileyen bu mıknatısların hareketliliği (sıcaklığı) azaldığında birbirlerini etkilemeye; itmeye, çekmeye başlarlar bu da su moleküllerinin arasındaki mesafenin açılmasına, kristal bir yapın oluşmasına neden olur yani hacmini arttırır, yoğunluğunu azaltır. suyun en yoğun olduğu sıcaklık ise +4C dir yani bu sıcaklık küçük mıknatıslar için öyle bir sıcaklıktır ki aralarında kristal yapı oluşamaz çünkü küçük mıknatıslar birbirlerini etkiley(e)meyecek kadar hızlıdırlar(sıcak). bu özellik suyun yüzeyden donmasına yarar. 4 dereceye ulaşan suyun yoğunluğu arttığı için aşağıya iner. suyun en yoğun hali aşağıya indiği için yukarı çıkan soğuk su yüzeyde donar.

    *yakından geçebiliyorsa hacmi küçüktür.

    aynı zamanda su molekülünün kutuplu yapısı kar tanelerinin kendine özgü altıgen-on ikigen şekillerinin oluşmasına neden olur. su molekülü 2 hidrojen 1 oksijenden oluşur. oksijen tarafı kısmi negatifken hidrojen tarafları kısmi pozitiftir (kutuptan kasıtım bu) ve biz bu atonların merkezlerini doğrularla birleştirirsek doğruların arasındaki açı 105 derece olur. bu açı küçük mıknatısların birbirlerini, rastgele değil belirli açılarla çekmesini sağlar ve böylece birbirini çeken su molekülleri fraktallar oluşturarak altıgen bir kar tanesi oluşturur. altıgen olmasının sebebi düzgün bir altıgenini iç açısının 120 derece olmasıdır yani 105 ile 120 birbirlerine yakın açılar olduğu için. ama diyebilirsiniz ki :"düzgün bir beşgenin (108) iç açısı 105 dereceye daha yakın, neden beşgen oluşmuyor?" beşgen oluşmamasının sebebi taneciklerin titreşim hareketi yapmasıdır. tanecikler titreştiği için tanecikler arasındaki açıda fire payı vardır bu da altıgenleri daha verimli yapar.

    şimdi biraz da suyun basınç ve erime noktası arasındaki ilişkiden bahsedeyim. gözlemlenebileceği üzere kar yağdıktan sonra arabaların çok geçtiği yerler daha erkenden erir. bunun sebebi basıncın arttığı yerde erime noktası yükselmesidir yani katı daha sıcakken erime yeteceği kazanır. o zaman buz pateni yaparken buzun kaygan olmasının nedeni: patenin değdiği yerlerde basınç arttığı için erime noktası düşer, buz erir ve su kayganlığı arttırır. ehe yalan ki bu ama örnek duruma yakışıyor diye yazdım normalde buz bu yüzden erimez. buz ile su arasında başka bir faz vardır. bu fazı, gazla sıvı arasındaki faza yani buhara benzetebilirsiniz. yani bu faz ve katı arasında denge vardır öbür türlüsü buzu basınça eritebilmeniz için acayip yüksek basınçlara ihtiyacınız olur. sürtünme gibi şeylerin de etkisi var tabi ki.

    görüldüğü üzere su dediğimiz arkadaş enteresan özelliklere sahip ama belirtmeliyim ki bu yazdıklarım suyun özelliklerinin çeyreğini bile kapsamıyor dahası çoğunuz buraya kadar okumadı ki başka özelliklerini merak etsin.
  • Ağzına kadar su dolu olan bir bardağın içine bir parça buz atın. Buz tamamen eridiginde suyun taşmadığını göreceksiniz. Çünkü :

    Yüzen bir buz parçası, kendi ağırlığına eşit ağırlıkta suyun yer değiştirmesine neden olur. Buz parçası eridiginde oluşan suyun kütlesi, buz parçasının kütlesine eşittir (kütlenin korunumu ilkesi) ve hacmi, yüzen buz tarafından yeri değiştirilen suyun hacmiyle aynıdır. Dolayısıyla bardağın içindeki suyun miktarı, buz eridikten sonra da aynı kalır.
  • fizik bile pembeyi renkten saymıyor, haklı olduğumu biliyordum
    teşekkürler bilim '*'
  • görülebililir ışık spektrumunda pembe rengin olmamasının veya gök kuşağında pembe rengin olmamasının nedeni, pembe renk için kırmızı ve mavi ışık gerekmesidir. kırmızı ve mavi renkler görülebilir ışık spektrumunda iki uç kısımda yer aldığı yani bir gökkuşağına baktığınızda kırmızı ve mavi renkler birbirine en uzak renkler olduğu için kırmızı ve mavi ışığın kesişimi gözükmez. kısaca görülebilir ışığın ana renkleri düşünüldüğünde; pembe ışık, beyaz ışıktan yeşil ışık çıkartıldığında geriye kalandır.
  • Işık hızı evrendeki herhangi şeyin ulaşabileceği maksimum hızdır (299,792 km/sn). Bu hızla bile; ay'ı 1.28 sn, güneşi 8.3 dk genç haliyle görürüz.
  • merkezkaç kuvveti olduğu varsayılan bir kuvvettir.
  • havaya attığınız her şey yere düşer, bakın şimdi burası çokomelli; helyum gazı doldurulmuş balon hariç
  • tavukhakları nickli arkadaşın meseleye yaklaşımını gönülden tebrik ediyor ve şu fizik bilgisini ekleyerek onu destekliyorum:

    maddeler ısındıkça atomlarının kinetik enerjileri artar, böylece daha hareketli hale gelirler. insanlar da atomlardan oluştuğuna göre yaşadığı iklimin sıcaklığı insanın hareketliliğiyle bağlantılı olabilir.

    ülkemizde de bakıldığı zaman akdeniz/ege gibi sahil kesimi sıcak bölgelerdeki insanlar kıpır kıpır, cana yakın neşeli insanlar olduğu görülür. (; uydurukça yapılmış bu tespitimin biraz daha zorlanırsa bilimsel temellere dayandırılabileceğini düşünüyorum. ;)
  • At gibi hatun

    Burada biyolojik farklı bir tür örnek gösterilmesine rağmen asıl amacı hatun u şahanenin yapısal sağlamlık ve estetiği anlatılmak isteniyor.
  • elektriksel alan (tanım): birim yüke uygulanan elektriksel kuvvettir.
    bu cümlenin söylediği şey bir şeyi 1'le çarptım ,sonuş gene aynı şey oldu; çok bir anlam ifade etmedi sanki dimi. o zaman bu günlerde fark ettiğim kadarıyla sözlük yazarlarının hoşuna gidecek şekile çevireyim.

    elektriksel alan (yorum): şimdi heryerde "romantizm alanı" diye bir şey var, bazı yerlerde fazla bazı yerlerde az mesela ekvatora yaklaştınız her yer çok sıcak olduğu için insanlar mutlu, heyecanlı, hareketliler yani ekvatorada bizim romantizm alanımız fazla veya kutuplara gittik her yer soğuk olduğu için tam tersi.
    bizim insanlarımız da bu romantizm alanının azlığına veya fazlalığına göre birbirlerini çekiyorlar siz buna "küçük çılgın bir şey, aşk" diyorsunuz. yani bizim romantizm alanımız, insanların (yüklerin) birbirini çekmesine yarıyor. o zaman birinin üzerine uygulanan romantik kuvveti bulmak için bu ikisini çarpalım değil mi, neden olmasın? o zaman (romantik alan)x(insan)= romantik çekim kuvveti

    bir denklemimiz olduğuna göre artık bu denklemin nasıl davrandığını inceleyebiliriz.
    ilk başta insandan başlayalım; bazılarımız huysuzdur romantizmden çok etkilenmez, bazılarımız ise çok gökkuşağı bir insandır kayaya, ota, boka şiir yazar. o zaman insanın romantizm alandan etkilenme miktarı(yük) bizim bir değişkenimiz olsun. mesela çok romantik iki insan var bunların romantikliklerini çarpalım ki aralarındaki etkileşimi bulalım mesela insan1= 10 , insan2= 8 romantik olsun bunların arasındaki çekim kuvveti insan1 x insan2 = 80 ile orantılı olur. insan1, insan2 yi 80'le çeker; insan2, insan1 yi 80'le çeker. yani birbirlerine eşit düzeyde yaklaşırlar. o yüzden birbirimizi sevmekten çekinmeyelim.

    ikinci olarak romantik alan nelere göre değişir ona bakalım. hepimiz uzun mesafe ilişkisinin ne kadar zor olduğunu biliriz, sevdiceğimiz bizden ne kadar uzaksa o kadar zor birbirimizi çekeriz. ama çok zor ya uzak mesafe ilişkisi o yüzden uzaklığın karesi ile azalsın yani daha hızlı azalsın bizim çekim kuvvetimiz. o zaman bizim romantik alan formülümüz kabaca şuna benzer: 1/(uzaklığın karesi)
    mesela ben romantik alan kaynağına 3 metre uzaktayım o zaman bu 1/9 ile orantılı olacak veya 5 metre uzaktayım bu sefer 1/25 ile orantılı olacak. bu arada 1/9 büyüktür 1/25

    o zaman genel formülümüz kabaca şuna benzeyecek:
    romantik çekim = (insan1)x(insan2)/(uzaklığın karesi)

    hunharca gülüyorum şu an, evet... "romantizmin içine nasıl sıçılır?" adlı başlığa hoş geldiniz. okutacağım arkadaş, bir şekilde bilim hakkında okutacağım!!

    bizim elektriksel alan kuvvet formülümüz ise şuna benzeyecek:

    elektriksel kuvvet = (yük1)x(yük2)/ (uzaklığın karesi)

    peki neden elektriksel alanın tanımıyla başladın? şu yüzden, aslında her yükün bir elektriksel alanı vardır yani (insan)/(uzaklığın karesi) etrafında bir alan oluşturur yani bizim insan'ımız 1 birim romantikse bu bize elektriksel alanı verir.

    her neyse çok eksik bilgi var ama uzun olunca kimse okuma tenezzülünde bulunmuyor o yüzden bunun hakkında video çekeceğim bir ara orda daha ayrıntılı anlatırım.