doğu faciası

  • Necip Fazıl'ın 3 Şubat 1950 tarihli Büyük Doğu Dergisi’nde “DOĞU FACİASI” başlığıyla yazdığı yazıdan kesitler.

    “Aşağıdaki örnekler, üzerinden dağ gibi bir silindir geçmiş ve kanlı bir pestile dönmüş bir vücuda ait öyle kan pıhtılarıdır ki, vücudun ne çektiğini ifade etmek bakımından son derece veciz birer sembol mahiyetindedir. Her şey bunlara kıyas edilerek, on binler çapında mikyaslandırılabilir.

    Örnekler

    1- Elâzığ ortaokulunda okuyan iki çocuk… Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat’a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlarındaki (köyün ismi vesikada okunamamıştır) A köyüne geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil’in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar. Ana baba günü… Çocuklar birkaç gün dağda ve kırda başıboş dolaştıktan sonra Hozat Kaymakamına başvuruyorlar: “Babamızı suçsuz olarak öldürttünüz; bari bizi bir tarafa gön-derin de başımızı sokacak bir yer bulabilelim!”… Aldıkları cevap şudur: “Şimdi sizi rahat edebileceğiniz bir yere, babanızın yanına göndereceğiz!”… Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.

    2- Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor: “Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size ispat edeyim!” Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde-ki âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vaka, 1944 yılında, Eğridir’de, kaynağımız olan zata, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen âmirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)

    3- Birinci maddedeki Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.

    4- Hozat’ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım… Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika’ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü’nün iki çocuklu dul karısı Şirin Hatunla evlenmiş, Hozat’a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükümetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar. Muamele biter bitmez “Seni Hozat’tan çağırıyorlar!” diyerek, onu mahfuzen yola çıkarıyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor. (İsim ve hüviyetleri dosyalarımızda mahfuzdur.)

    Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmış ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor: “Yetişin, evimize eşkiya girdi!”… Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.

    5- Bu aralık Hozat’ın Zımbık(zimeğ köyüdür aslı) köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak bir vaka cereyan etmektedir. Erkekleri tamamiyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri, doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona “Besi” adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu âlet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır; ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır.

    6- Hozat’ın Dolantanır(Lolan Taner) köyünden Veli isminde bir genç, Elazığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakyaya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı akibete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.

    7- Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta… Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silâh kullanamıyacaklarını söylemeğe mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet, en kara yüzlü çingeneden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor… ”

    Üstad Necip Fazıl Dersim trajedisini tek cümle ile özetliyor:

    “Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.”
    (bkz: dersim 1938)