hiroshima mon amour


  • fransa-japonya ortak yapımı sinema filmidir..

    filmin yönetmen koltuğunda Fransız Yeni Dalgası’nın önemli temsilcilerinden Alain Resnais oturmaktadır..

    başrollerde Emmanuelle Riva ve Eiji Okada oynuyor..

    filmimiz türkçeye Hiroşima Sevgilim olarak çevrilmiştir..

    Film, Hiroşima’ya barış üzerine bir filmde oynamaya gelen otuzlu yaşlarındaki bir Fransız kadının ülkesine dönmeden bir gün önce Japon bir mimarla tanışması üzerine kuruludur. bu ilişki üzerinden hiroşima’daki felaket ve ikinci dünya savaşı tasvir edilir..

    oyunculuklar oldukça başarılıydı. başroldeki kadın rolünde Emmanuelle Riva muhteşem bir performans ortaya koymuş. başroldeki erkek rolünde ise Eiji Okada gayet iyi bir oyunculuk sergilemiş..

    filmin müziklerini anlatmak gerekirse tek kelimeyle harikulâdeydi. orijinal film müzikleri, nostaljik besteler, japonya’ya özgü uzak doğu ezgileri... tamamı enfesti..

    filmi sinematografik olarak mükemmel buldum. özgünlüğü, konusu, kurgusu beni çok etkiledi. görüntü yönetimi harikaydı. yakın ve uzak plan çekimleri olağanüstüydü. hiroşima’dan hem üzücü hem de büyüleyici manzaralar beyaz perdeye müthiş bir şekilde yansıtılmış..

    Hiroşima Sevgilim, insan belleği üzerine yapılmış bir filmdir. İnsanın neyi unutup unutamayacağına, unutabilmenin insan hayatında taşıdığı öneme ilişkin çok güçlü bir filmdir. insanların en büyük kâbusunun da, en büyük mutluluğunun da kendi hafızasında olduğuna tanıklık ediyoruz..

    Hiroshima mon amour savaş karşıtı bir filmdir. hatta en önemlilerindendir. filmde savaşın yıkıcılığını, kahrediciliğini, kalıcı etkilerini en yalın hâliyle görüyoruz. izlerken dahi ızdırap çekebiliyoruz. oradaki insanların acısını hiçbir kelime, hiçbir söz anlatamaz..

    Film, “Geçmişten bize kalan nedir? Unuttuklarımız mı, hatırladıklarımız mı? Unutmak mı gerekir yoksa hatırlamak mı?” soruları üzerinden derin bir felsefi tartışmaya girer. Unutmak insanı iyileştirir mi? yoksa hatırladıkça mı iyileşiriz? bu derin sorulara cevap ararız film boyunca..

    Hiroshima mon amour, bizlere geçmişe dair hatırlamayı, sorgulamayı gösterir. ne kadar kaçarsan kaç geçmişinden kurtulamazsın der..

    filmin en önemli özelliklerinden biri de bireysel birtakım olaylardan yola çıkarak evrensel sorunları anlatmasıdır..

    Hiroshima mon amour, dönemine göre pek çok açıdan sıra dışı bir filmdir. konusuyla, kurgusuyla, tekniğiyle daha önceki filmlerden ayrılır. film aynı zamanda kendinden sonra gelen pek çok yönetmeni ve yazarı etkilemiştir..

    Hiroshima mon amour, sadece fransız yeni dalgası’nda değil çağdaş anlatı sinemasında da kendine kalıcı bir yer bulmuş önemli filmlerindendir..

    uzun zamandır aklımda olan fakat bir türlü fırsat bulup izleyemediğim filmdi. bu enfes filmi bu kadar geç izlediğim için hayıflanmadan edemiyorum..

    Hiroshima mon amour, şimdiye dek seyrettiğim filmler arasında en etkileyici açılış sahnelerinden birine sahiptir..

    filmin sonunu başından beri merak ediyordum. beklediğime değen, beni tatmin eden bir son oldu..

    izlediğim en değerli, en etkileyici, en unutulmaz filmlerden biri olmayı başardı Hiroshima mon amour..

    Hiroshima mon amour, sinema sanat mıdır, değil midir? sorusuna, “sinema sanattır” diyen film..

    filmle ilgili anekdotlar

    * filmde atom bombası sonrası hiroşima’nın içler acısı durumunu birebir anlatabilmek için gerçek görüntüler kullanılmıştır. atom bombası sonrası insanların ne kadar kötü duruma düştüğü tüm dünyaya bütün çıplaklığıyla gösterilmiştir.

    * Film, 1959’da Cannes Film Festivali tarafından geri çevrilmiştir. sebebi ise soğuk savaş döneminde fransa’nın amerika birleşik devletleri’nden çekinmesi'*' olarak değerlendirilmektedir.

    * Hiroshima mon amour, pek çok film eleştirmeni ve sinemacı tarafından fransız yeni dalgası’nın başlangıcı ve en önemli filmi olarak kabul edilmektedir.

    * Yönetmen Alain Resnais filme başlamadan önce, senaryoyu yazacak olan dönemin başarılı, yetenekli, meşhur yazarı Marguerite Duras’a şunları söyler: “Edebiyat yap, bir roman gibi yaz! Beni düşünme ve kamerayı unut.” Duras da tam olarak böyle yapar ve “Sen Hiroşima’ya dair hiçbir şey görmedin” cümlesiyle başlar filmimiz. Bu cümle, büyük travmaların bütün temsilleri olanaksız kıldığının tespitidir.

    yararlanılan kaynaklar

    kaynak 1, kaynak 2, kaynak 3, kaynak 4

    aşağıda film hakkında ayrıntılardan bahsedeceğim ve bazı alıntılar paylaşacağım. izlemeden önce detayları öğrenmekten hoşnut olmuyorsanız aşağıda yazılanları okumanızı önermem..

    --- spoiler ---

    kadın, erkekle yaşadığı günübirlik ilişkiyi kafasında farklı yere konumlandırıyordu. erkeğe karşı fiziksel çekim duysa da duygusal olarak çekim duyamıyordu. yeni tanıştığı bu erkeği gözünde canlanan birkaç hatıra üzerine eski aşkının yerine koyuyor ve hafızası silikleşiyordu. bu adamla beraber bir günlük ama uzun yıllar sürecek bir zaman tüneline giriyordu âdeta. bu süreçte yaşadıkları beni çok etkilemişti.

    kadın ve erkeğin arasında geçen o unutulmaz diyalogtan.

    kadın: Ben de senin kadar biliyorum unutmanın ne demek olduğunu.

    Erkek: Hayır, unutmanın ne olduğunu bilmiyorsun sen.

    Kadın: Benim de bir belleğim var senin gibi. Biliyorum unutmanın ne olduğunu. Senin gibi ben de var gücümle çırpındım unutmak için. Senin gibi unuttum ben de. Senin gibi avunmak bilmez bir belleğim olsun istedim, gölgelerden, taşlardan bir belleğim.

    Erkek: Hayır, belleğin yok senin.

    kadın: Senin gibi ben de var gücümle çırpındım, unutmamak için. Senin gibi, unuttum. Senin gibi ben de, avunmak bilmez bir belleğim olsun istedim; gölgelerden, taşlardan bir belleğim. Kendi adıma her gün savaştım var gücümle, anıların nedenlerini anlayamamanın korkunçluğuna karşı. Senin gibi, unuttum ben de. Neden yadsımalı apaçık gerekliliğini belleğin? Dinle beni. Bildiğim başka bir şey daha var. Yeniden başlayacak bütün bunlar.

    filmde kadın ve erkeğin mesleklerinin tesadüf olmadığını düşünüyorum. kadın bir oyuncu, erkek ise bir mimar. filmde kadın, bir oyuncu olarak dünyada hiroşima’ya bomba atılmamış gibi sessiz sakin kalanları rol yapanları temsil ederken, erkek ise mimar olarak hiroşima’nın yarattığı yıkımdan sonra tekrar şehrin inşa edilmesini, küllerinden doğmasını temsil ettiğini düşünüyorum. iki karakter arasındaki tutkulu aşk ve tezatlıklar ise tüm insanlığı temsil ediyordu. bu da bana göre filmin en önemli mesajlarından biriydi.

    kadının unutulmaz repliklerinden bazılarını paylaşacağım şimdi.

    — “Fotoğraflar, fotoğraflar… Birleştirilen kalıntılar arasında… Başka bir şey olmadığı için… Bilgi veren yazılar arasında… Başka bir şey olmadığı için… Dört kez müzede, Hiroşima’da, insanlara baktım. Dikkatle demire baktım. Yanık demire. Kırık, et ve kemikmiş gibi yara alabilen demire. Demet biçimi almış şişe kapaklarına; kimin aklına gelirdi? Çiçeği burnunda acısıyla, diriliğini yitirmeden yüzen insan derisine. Taşlara. Yanık taşlara. Parçalanmış taşlara. Bir sabah uyanıp da saçlarının döküldüğünü gören, kimlikleri seçilemeyen Hiroşimalı kadınların başlarına. Sıcaktan yanıyordum Barış Alanı’nda. Barış Alanı’nda 10 bin dereceydi ısı. Biliyorum. Güneşin kaç derece olduğunu Barış Alanı’nda. İnsan nasıl bilmez?”

    — “Seni daha az hatırlamaya başlıyorum. Unutmaya başlıyorum seni. Ürperiyorum bunca sevgiyi unuttuğumu düşündükçe. Ellerini bile doğru dürüst hatırlamıyorum. Acıyı hala hatırlıyorum biraz. Bu gece hatırlıyorum. Ama bir gün hatırlamayacağım. Hiçbir şeyi…”

    filmde kafama takılan, canımı sıkan ve bir türlü anlamlandıramadığım bir husus vardı. kadın da erkek de mutlu bir evliliği olduğunu hatta kadın çocukları olduğunu belirtiyordu. fakat birbirleriyle eşlerini aldatıyorlardı. ikisinin de ya sevgi ve saygı üzerine bir evlilikleri yoktu ya da birbirlerine yalan söylüyorlardı. bence ikincisiydi.

    9lib.net’te film üzerine yazılmış yazıdan alıntılar paylaşacağım şimdi de.

    “Filmin sonunda bir kez daha seslenirler birbirlerine Nevers ve Hiroşima diye. Aslında artık hiç kimse değildirler. Birbirilerinin gözünde şehir adı olmuşlardır. Nevers’de saçları kazınan kadının yıkımı tam karşılığını Hiroşima’nın yıkımında bulur. Kadın adama “Hiroşima, senin adın bu” der. Mimar “Senin adın da Nevers, Fransa’da Nevers” diyerek ona karşılık verir ve film son bulur...

    Filmin sonunda kadının erkeğe “Hiroşima, senin adın bu” demesiyle, erkeğin de kadına “senin adın da Nevers” demesiyle iki şehrin sadece isimleştiğini görürüz. Böylece, filmde iki isim ortak bir bellekte birleşmiş olmaktadır. Resnais’in, filmde Hiroşima’ya atılan bombanın görüntüleriyle işe başlaması, Fransız ve Japon sevgililerin belleğine ortak bir bellekten yöneldiğini daha baştan göstermektedir. Deleuze bunu bir kişi için bir bellek ya da birkaç kişi için bir bellek keşfetme paradoksu olarak ifade eder: Yani, geçmişe ait farklı zaman dilimleri artık tek bir karakter, tek bir aile, tek bir grupla ilişkili değil, farklı olan ( mekan, zaman, millet, yaşam… ) fakat bir dünya belleğine sahip tüm karakterlerle bağlantılıdır.122 Dolayısıyla, Resnais, Hiroşima Sevgilim adlı filminde birlikte varolan geçmiş ve şimdiyi yaşanmakta olan zamanları geliştirerek yeni bir sinema diline ulaşmaktadır...

    Resnais’in bu filmdeki amacı, bellek mekanizmasıyla geçmişe ait belli bir anı hatırlatmak değil, geçmişin şimdinin içinde yaşadığını göstermektir. Resnais sinemasında farklı iki zaman, karakterlerle veya karakterlerden bağımsız biçimde sırasıyla özümsenerek, tek bir süreklilik ortamına çekip dönüştürülür. Olaylar sadece birbirini izlemekle veya art arda gelmekle kalmamakta; geçmişe ait bir sayfaya ya da bir dönemle ilgili bir süreklilik ortamına ait olup olmadıklarına bağlı olarak sürekli düzenlenmektedir. Hiroşima ve Nevers’de olanların karakterlerin bize anlattığı gibi olup olmadığı, Hiroşima ve Nevers’i kimin ne kadar gördüğü, kime inanmamız gerektiği, tüm bunlar geçmişe ait sayfalar arasında üzerinde kesin karar kılınamayan noktalardır.123 Çünkü, filmde her şey bulunulan sayfaya göre gerçeklik kazanmaktadır. Bu yüzden, Resnais’de zamanların birlikte dönüşümlerinin ve dağılmalarının sürekli bir parçalanması söz konusudur.”

    filmin başındaki sevişme sahnesinde vücudun sadece belli kısımlarını gösteriliyor. yine aynı sahnelerde kadın ve erkeğin bedenlerinin küllerle kaplanması hiroşima’nın yıkıcı etkilerine çarpıcı göndermelerde bulunuyor. bu sahneler sinema tarihinin en unutulmaz sahneleri olarak tarihe geçmiştir.

    bakiniz.com’daki Buğra M. Alkayalar’ın filmle ilgili yazısından önemli bulduğum şu sözleri paylaşmak istiyorum.

    “Elle, Lui ile tanışıp aşk yaşamaya başlayınca geçmişi, yani Nevers’de yaşadığı yıkımı tekrar hatırlamaya başlar böylece rol yapma yetisini kaybeder. Aynı şekilde Lui de Elle ile tanışıp aşk yaşamaya başlayınca karşısındaki kişinin içten parçalanmışlığını gördükçe yapıcı, inşa edici özelliğini kaybetmeye başlar. Birbirleri arasındaki zıtlıkla gelip giderler. Hiroshima Mon Amour bizlere gerçekte yaşanan, unutmaya çalıştığımız ve unutamadığımız bir insanlık dramını zekice işlenmiş metaforları kullanarak tutkulu bir aşk hikayesi ile anlatmaya çalışıyor ve bunu da başarıyor. Filmin sonunda Elle, Nevers’in kendisi olurken, Lui de Hiroshima’nın kendisi oluyor. Hem onlar için hem de bizim için…”

    filmde dakika 32 ila 36 arasında çalan şarkının adını bilen varsa bana bilgi verebilir mi? müziği çok beğendim. yerel bir ezgi veya marş olduğunu düşünüyorum. ancak adını bulamadım.

    açılıştaki o sarsıcı sahneden.

    kadın: dinle. biliyorum. nasıl devam ettiğini biliyorum.

    erkek: hayır. sen hiçbir şey bilmiyorsun.

    kadın: kadınlar dünyaya sakat çocuklar getirebilir. hâlâ devam ediyor. erkekler kısırlaşabilir. hâlâ devam ediyor. yağmur panik yaratıyor. küller pasifik’in üzerine yağıyor. okyanus yavaş yavaş ölüyor. pek çok balıkçı çoktan öldü. yiyecekler panik yaratıyor. şehirdeki bütün yiyecekler atıldı. bütün şehirlerdeki yiyecekler gömüldü. bütün şehir öfkeyle ayağa kalktı. bu öfkenin hedefi ne? bu öfkenin hedefi, eşitsizlik ilkesi. bazı insanların diğer insanlara karşı kullandığı. bizim ırkların diğer ırklara karşı kullandığı eşitsizlik ilkesi. bazı sınıfların diğer sınıflara kullandığı eşitsizlik ilkesi.

    kadın: hatırlamanın açık gerekliliğini neden inkâr etmeli? dinle beni. biliyorum. yeniden olacak. 200 bin ölü, 80 bin yaralı. hem de dokuz saniye içinde. bunlar resmi rakamlar. yeniden olacak. toprağın üzerindeki 10 bin derecelik ısı, 10 bin güneş demek. asfalt yanacak. her yere karmaşa hâkim olacak. bir şehir bütünüyle yerden yükseltilip küller hâlinde tekrar aşağıya serpilecek. topraktan yeni bitki türleri fışkıracak. dört öğrenci birlikte dostça ölümü tartışmak için bir araya gelecek. ota nehri’nin halicinde birleşen yedi kolu her zamanki saatinde çekilip, yeniden kabaracak. tam olarak her zamanki saatte. balıklarla dolu temiz sular, mevsimine göre gri veya mavi renkte akacak. nehrin çamurlu kıyılarında insanlar artık, suları yavaş yavaş yükselen ota nehrinin yedi kolunu seyredemeyecek.

    kadının iç sesinden.

    — seninle burada karşılaştım. çok iyi hatırlıyorum. kimsin sen? beni yok ediyorsun. bana fazla iyi geliyorsun. bu şehrin aşkı ölçmek amacıyla kurulduğunu nereden bilebilirdim. ya senin benim vücudumu değerlendirmek için yaratıldığını. hoşuma gidiyorsun. buna inanmakta güçlük çekiyorum. hoşuma gidiyorsun. ne kadar yavaş. ne kadar tatlı. bunu bilemezsin. beni yok ediyorsun. bana iyi geliyorsun. beni yok ediyorsun. bana iyi geliyorsun. zamanım var. sana yalvarıyorum harabeye çevir beni. çirkinlik noktasına kadar biçimsizleştir.
    neden sen? neden sen bu şehirde bu gecede birbirinden ayırt edilemeyen insanlara benzemiyorsun?

    kadın ve erkek arasında bir başka mükemmel diyalog.

    kadın: sen bütünüyle mi japon’sun, yoksa kısmen mi?

    erkek: bütünüyle japon’um. gözlerin yeşil öyle değil mi?

    kadın: evet. yanılmıyorsam öyle.

    erkek: bir kadında bin kadın gibisin.

    kadın: beni tanımadığın için böyle söylüyorsun.

    erkek: belki ama sadece bu yüzden değil.

    kadın: senin gözünde, bir kadında bin kadın olmak hoşuma gider.

    erkek, sinema çekimleri sırasında kadının yanına gelir ve sahne başlar.

    erkek: yorgun musun?

    kadın: senin kadar.

    erkek: fransa’daki nevers’i düşünüyordum... ve tabii ki seni. yarın gitmekte kararlı mısın?

    kadın: evet.

    erkek: buna mecbur musun?

    kadın: evet. filmin çekimi uzadı. paris’te yapılacak çok işim var.

    erkek: bana aşka karşılık büyük bir özlem bırakıyorsun.

    kadın: hep böyledir. bu tür karşılaşmalarda hep böyledir. benim için de öyle.

    erkek: hayır. bu kadar yoğunu çok azdır, biliyorsun.

    unutulmaz başka bir diyalog.

    kadın: bazen biriyle beraber olmak ne kadar güzel değil mi?

    erkek: evet. hadi durma, devam et. gün gelip de seni unuttuğum zaman, buna benzer başka hikâyeleri yeniden yaşadığım zaman... o zaman seni hatırasız bir aşkın sembolü olarak düşüneceğim. bu hikâyeyi de unutmanın acısı olarak hatırlayacağım. bunu şimdiden biliyorum.

    kadın: geceleri hiroşima’da hiçbir şey bitmez mi?

    erkek: hayır. hiçbir şey, hiçbir zaman bitmez.

    kadın: bu çok hoşuma gidiyor. içinde her an uyanık birilerinin olduğu şehirleri severim. gece, gündüz.

    kadın sokakta yalnız yürürken iç sesinden.

    — seninle karşılaştım. seni hatırlıyorum. bu şehir aşkı ölçmek amacıyla kurulmuş. sen benim bedenimi değerlendirmek için yaratılmışsın. kimsin sen? beni yok ediyorsun. açtım, sadakatsizliğe açtım. aldatmaya, yalanlara ve ölüme. her zaman açtım. bir gün gelip beni bulacağını biliyordum. sınırsız bir sabırla bekledim seni, sükunetle. harap et beni. istediğin gibi biçimsizleştir. öyle biçimsizleştir ki senden sonra hiç kimse bu kadar büyük bir tutkunun nedenini anlayamasın. hepimiz yalnız kalacağız sevgilim. gece asla sona ermeyecek. güneş bir daha hiç kimse için doğmayacak. bir daha asla, asla. beni yok ediyorsun. bana iyi geliyorsun. aramızdan ayrıldıkları gün ölüler için tas tutacağız. başka hiçbir şey yapmayacağız. sadece ölüler için yas tutacağız. zaman geçecek. yalnızca zaman. ve bir zaman gelecek artık bizi birleştiren şeyi adlandıramaz olacağız. bu ad yavaş yavaş silinmeye başlayacak. sonra bir gün tamamen yok olacak.

    en unutulmaz ve beni en etkileyen sahnelerden birini paylaşmak istiyorum şimdi.

    erkek: belki burada kalman mümkün olabilir.

    kadın: iyi bildin. ama gitmekten daha az mümkün.

    erkek: bir hafta.

    kadın: hayır.

    erkek: üç gün.

    kadın: neyin süresi bu? yaşamanın mı? ölmenin mi?

    erkek: hangisi olduğunu bilmenin.

    kadın: ama böyle bir şey yok. bununla yaşamak için de ölmek için de zaman yok.

    sineblog.org’ta Ceylan Akgün’ün filmle ilgili yazısından alıntılar paylaşmak istiyorum şimdi.

    “yönetmen, büyük travmaların temsilinin imkansızlığının farkında olarak filmini yapar. Ne çekerse çeksin, nasıl estetize eder etsin travmanın sanata dönüşemeyeceğinin farkındadır. Büyük felaketler üzerine konuşmak imkânsız derken aynı zamanda büyük yıkınların ardından gelen suskunluğun da sert bir eleştirisini yapar...

    Adamın yataktan uzanan çıplak kolu kadına bir flashback yaşatır ve ansızın can cekişmekte olan Alman sevgilinin kanlı eli belirir. Unutuldu sanılan geçmiş tek bir çağrışımla bugüne gelmiştir. Anılar uyanmıştır, bu andan sonra filmde geçmiş ve şimdi elele gider. Adam keşfedicidir, kadının belleğindeki her bir katmanı kaldırdığında geçmişten bir parça o güne gelir. New Hiroshima otelinden çıkarlarken, kadın doğup büyüdüğü Nevers’a bir daha asla dönmeyeceğini söyler. Bunu söylediği andan sonra ise Nevers’e, kadının 18 yaşına, İkinci Dünya Savaşı günlerine döneriz. Fransa işgal altındadır. Birden, zaman yine atlar ve kadını saçları kırpılmış halde kanlı elleriyle aklını yitirmiş bir halde görürüz. Japon sevgili ısrarla Nevers’ı ve orada neler olduğunu öğrenmek ister. Kadın hatırladıkça geçmişin şimdide yaşadığını, kendi iç zamanımızın anılarla oluştuğunu, zamanın katman katman benliğimizde yer ettiğini keşfederiz. Tıpkı Bergson’un zaman kuramındaki gibi, süreyi oluşturan asıl şey bellektir. Zamanı, belleğimizle ve anılarımızla kavrarız daha da ötesi benliğimizin özü hatırladıklarımızdır. Zaman ve mekan karışarak imaja dönüşür, geçmiş ve gelecek şimdide birleşir. Tüm bunları yapan ise bellektir. Bize parça parça verilenden, kadının Alman sevgilisinin Fransızlar tarafından öldürüldüğünü, daha sonra kadının işbirlikçi olarak Fransızlar tarafından linç edildiğini öğreniriz. Sevgilisinin ölümünden sonra aklını yitiren kadın, ailesi için de utanç kaynağı olmuş, uzun bir süre evlerinin mahzeninde kapalı tutulmuştur. İki senenin sonunda, kadın yaşadıklarını unutmaya başladıkça iyileşir ve Nevers’i terk ederek Paris’e taşınır. Kadının iyileşmesi ve Avrupa’da savaşın sona ermesi Hiroşima için dehşetin başlangıcıdır. Kadın adamın ailesinin Hiroşima’da olduğunu öğrenir. Burada film, bireyin dramından kolektif acıya uzanır. Tek bir insanın hayatı üzerinden, milyonların dramını gösterir. Nevers ve Hiroşima paralelliğinde kronolojik dizge kırılır ve belleğin zaman dizgesinin düzeyine geçilir. Geçmiş ve gelecek görselleşirken şimdiki zaman derinleşir. Filmin kurgusu tıpkı zihnin çalıştığı gibi kurulmuştur. Çağrışımlarla, bilinç akışıyla oluşan imgelemler başarıyla görselleştirilir. Benlik kendini bellekte ortaya koyar. Bilinç ve bellek özdeştir (Bergson, 2004). Böyle düşününce film bir öyküden çok, tema ve çeşitlemelerden oluşan bir müzik parçası gibidir...

    Kurguda başlangıç, gelişme sonuç diye sıralayabileceğimiz kronolojik bir dizin mümkün değildir. Filmde geçen zamanı aya, yıla, güne bölemeyiz. Geçmiş dediğimiz şey, şu anda yaşadığımız anda, şimdiki bilincimizle birliktedir. Arkamızdan sürüklediğimiz, yaşlandıkça daha da ağırlaşan bir yük haline gelen şimdidir” (Bergson, 1998: 30). Başka bir deyişle, geçmiş diye anımsadığımız şey şu anda zihnimizde olandır, şimdiyle etkileşen bellektir. Bilincin içinde şimdi, gelecek ve geçmiş bir aradadır5 O zaman kadının Hiroşima’da her şeyi gördüm derken ne demek istediği anlaşılır. Farklı zamanlar ve farklı mekanlar, benzer duygular eşliğinde bütünleşir. Kızın aşkının felaketi Nevers’ın kurtuluşu olması gibi, Avrupa’nın savaş bitti bayramı da Hiroşima’nın kabusunun başlangıcıdır. Farklı zamanlar ve mekanlar arasındaki tezatlıklar; bellekte unutmak ve unutmamak arasındaki gelgitlerle birleşir...

    Resnais, herhangi bir tarafta değildir. Film Avrupa’nın ya da Hiroşima’nın gözünden yapılmamıştır. Film insanlığın gözünden yapılan savaşa dair bir sorgulamadır. Savaşları, savaşların içinde yaşamanın anlamsızlığını, insanın kendi elleriyle inşa ettiği ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasın dökümüdür. Kadının karnından kurşun yiyerek ölen Alman sevgilisinin uzun süren ve ızdıraplı ölümünde bütün bir kuşağın çektiği acı kristalleşir. Yönetmen, Hiroşima’ya düşen bombanın ardından Avrupa’da başlayan savaş bitti mutluluğunu, bir halkın felaketinin diğerinin bayramına dönüşmesini gösterirken ağır bedeller ödeyen savaşın iki yenilen (Japonya ve Almanya) halkının acılarının da farkında olduğunu kanıtlamıştır.Film bu yüzden evrenseldir, halkların acılarını sıralamamış, bütün ölümleri birbirine eş görmüştür...

    Acılar kuşaklar arası aktarılır. Kanla, irinle ve gözyaşıyla yıkanarak günümüze ulaşan bir kültürel mirasın ağırlığı omzumuzda. Bize ise tüm olup bitene tanıklık etmek kalıyor. İzleyicilik deneyimi de, bu tanıklığa vesile oluyor. Sinema bize geçmişin hikayelerini anlatıyor, bugün kültür diye üstünde oturduğumuz tepenin katmanlarına arkeolojik bir kazı yapıyor ve çürüyüp kaybolmaya yüz tutmuş, saklanmış gömülmüş kalıntıları bir bir çıkarıyor. Büyük insanlığın utandığı, sakladığı ne varsa oradan alıp çıkarmak, tozlarından arındırmak ve yerine kaldırmak gerek. Sinema bugün yaşayanların atalarının yaptıklarıyla yüzleşmesi için bir köprü gibi… Elbet görüntü ve ses sadece temsildir ve temsil de hakikatin imkansız nesnesidir. Resnais anlatılanın yaşanılanın yanına bile yaklaşamayacağının farkında olarak, geçmişi öğrenmeye, saklı olanı ortaya çıkarmaya ve sorumluluk duymaya davet eden bir sinema yapıyor. Margeret Duras, “Yapılabilecek tek şey Hiroşima hakkında konuşmanın imkansızlığı hakkında konuşmaktır” der6 Bu film de savaşların ve yıkımların temsil edilemeyeceğinin bir manifestosudur. Her şeyi gördüm” diyen kadın ve “Sen hiçbir şey görmedin Hiroşima’da, hiç!” karşılığını veren adam temsilin imkansızlığının ve hafızanın yanıltıcılığını işaret eder...

    Sinema bugün yaşayanların atalarının yaptıklarıyla yüzleşmesi için bir köprü gibi… Elbet görüntü ve ses sadece temsildir ve temsil de hakikatin imkansız nesnesidir. Resnais anlatılanın yaşanılanın yanına bile yaklaşamayacağının farkında olarak, geçmişi öğrenmeye, saklı olanı ortaya çıkarmaya ve sorumluluk duymaya davet eden bir sinema yapıyor. Margeret Duras, “Yapılabilecek tek şey Hiroşima hakkında konuşmanın imkansızlığı hakkında konuşmaktır” der6 Bu film de savaşların ve yıkımların temsil edilemeyeceğinin bir manifestosudur. Her şeyi gördüm” diyen kadın ve “Sen hiçbir şey görmedin Hiroşima’da, hiç!” karşılığını veren adam temsilin imkansızlığının ve hafızanın yanıltıcılığını işaret eder...

    Bu filmi değerli kılan, izleyiciye tarihi anlamak ve anlamlandırmak üzere sorular sorarak kendisni tüketilecek bir ürün olmaktan çıkarmasıdır. Erkeğin keşfedici, kadının anlatıcı olduğu bu hikayede sinemanın bir hafıza yeri olduğunu idrak ederiz. Kadının bellek boşluklarına düşen her hatırlama anında, birkaç gediğin daha dolduğunu görürüz. Gelgitlerle süren bu anımsama, unutma ve tekrar anımsama anları bir süre sonra kadınla birlikte izleyicinin de tarihle yüzleşme mecrasına dönüşür. Deleuze, sinemada zaman ve mekânın birbirinden ayrılamayacağını, hareket ve imgenin birbirine içkin şekilde hissedilip algılanabileceğini söyler. Bu yüzleşme anında izleyici de zaman ve mekandan sıyrılarak, Hiroşimada bunlar olurken ben neredeydim diye sorgular. Resnais, 60 yıl sonrasına bugüne uzanır ve şunu da sorgulatır belki: Bugün neler oluyor biliyor musun? Olanlara tanık mısın? Sen neredesin? Görüyor musun? Belleğimizdeki gediklere yansıyan her görüntü, karşılaştığımız her temsil bize anlatılan tarihin karanlıkta bıraktığı yerlere bir şimşek çakar. Büyük anlatıların görmek istemediğini göstermeye çalışır. Temsil hakikatin yanına yaklaşamasa bile hakikati anlamaya dair bilinci kışkırtır. Hakikatin izlerini takip etmek ise yeni bir dinleme ve tanık olma deneyimi yaratabilir. Sinema, kolektif belleği kurup, iktidarın normlarına göre düzenleme ve bir rıza kültürü inşa etmeye de aracı olabilir tam tersine iktidara karşı direnç alanları yaratabilir. Hiroshima Mon Amour büyük harfli Tarih’in karşısına çıkmakta. Kişilerin hikayesinin izini sürerek bize anlatılana alternatif yeni bir kolektif bellek oluşturmaya çalışmakta. İki insanın acısından iki şehrin acısına ulaşırız. İki insanın belleğindekiler, Hiroşima’nın ve Nevers’in anlatısı olur. Tanık olduğumuz hikaye sadece geçmişi hatırlatmakla kalmaz, görmezden gelinen geçmişin bugünü nasıl kuşattığını da gösterir ve geleceğe dair sorumluluk almaya çağırır. Toplumsal hafıza tam da bu etik sorumluluğu hissettiğimiz anda oluşmaktadır.”

    kadın garda otururken adam yanına gelir ve kadının iç sesinden o müthiş son tiradı duyarız.

    — senin hatıran benim vücudumu ateşe verdiğin zaman. nevers’i yeniden görmek istiyorum. loire nehri’ni. Nièvre’nin o zarif kavaklarını. seni burada ve şimdi unutuyorum. üç kuruşluk aşk hikâyesi. seni burada ve şimdi unutuyorum. sensiz bir gece ve ben şafağın beni kurtarmasını özlemle bekliyorum. onun gözleri olmadan göreceği bir günde ölmeye hazır neversli küçük bir kız, neversli küçük sürtük. onun elleri olmadan yaşanan bir gün. kız, aşkın trajedisini biliyor. değersiz küçük kız. nevers’te aşktan ölen küçük kız. saçı kırpılmış neversli küçük kız. seni burada ve şimdi unutuyorum. üç kuruşluk aşk hikâyeni de. ona gelince, önce gözlerini unutacağım. gidecek, sonra sesi yavaş yavaş yok olup, o da gidecek. sonra onu bütünüyle unutacağım. parça parça. zamanla bir şarkıya dönüşeceksin.

    --- spoiler ---