engelleme seçenekleri
“...
belki bu, kapanan bir dönemdir hayatımda
bilmiyorum belki de hayatımdır kapanan
belki ölür, bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içinde
yaşarım ya da, ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.”
(bkz: Ahmet erhan)
...devamını oku
belki bu, kapanan bir dönemdir hayatımda
bilmiyorum belki de hayatımdır kapanan
belki ölür, bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içinde
yaşarım ya da, ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.”
(bkz: Ahmet erhan)
...devamını oku
“...
belki bu, kapanan bir dönemdir hayatımda
bilmiyorum belki de hayatımdır kapanan
belki ölür, bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içinde
yaşarım ya da, ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.”
(bkz: Ahmet erhan)
(bkz: Alacakaranlıktaki ülke)
belki bu, kapanan bir dönemdir hayatımda
bilmiyorum belki de hayatımdır kapanan
belki ölür, bir kurt olurum kırmızı bir elmanın içinde
yaşarım ya da, ve taşırım o kurdu ölünceye dek yüreğimde.”
(bkz: Ahmet erhan)
(bkz: Alacakaranlıktaki ülke)
entry akışı (yeni)
klasik görünüm
-
koca tembel
Kendini daha az yalnız hissetmek için sayılarla ilgilenip istatistikçi olan, günlerini milyarlarla oynayarak geçirdikten sonra bütün değerini yitirmiş, sıfıra yakın bir yere düşmüş şekilde eve dönen bir adamın, yalnızlığıyla bir tür baş etme yöntemi olarak evinde piton (koca tembel) beslemeye başlamasına ve bu ortak Yaşamın “dolambaçlı, dolanımlı,sarmal, sürekli sarılıp çözülen, kimi zaman halkalar ve sıkı düğümler yapan” gidişatına bizzat şahitlik ettiğimiz emile ajar romanı.
Emile Ajar, okuduğum her romanında bana şunu yapıyor: kalbime ipince görünmez kesikler atıyor. Ve bunu müthiş alaylı bir biçimde yapıyor. Sanılmasın ki şikayetçiyim; bana verilen bu son derece alaylı acıdan inanılmaz keyif alıyorum. Ne yapayım yani.
“Sarıp sarmalanmak isteği duyduğunuz, özellikle omuzlarınızın çevresinde ve bel boşluğunuzda ve en çok da iki başka kolun eksikliğini duyduğunuz bir zamanda iki yirmilik bir pitondan daha iyisini bulamazsınız”
“Ben çevreye ayarlamak istemiyordum, benim istediğim çevrenin bize ayarlanması. ‘Biz’ diyorum, çoğul olarak, çünkü ara sıra kendimi çok yalnız buluyorum. Benim yalnız dış eksisinden yakındığımı sandılar oysa ben iç artısından da yakınıyorum. Bir artı üretim var ama artıyı dışarı atacak bir delik yok.”
-
limon masası
Yaşlanma ve ölüm temalı olmasına rağmen durağanlık ve dramatiklikten uzak, hızlıca okunup biten ve fakat damakta buruk bir tat bırakan Julian barnes E ait öykü derlemesi.
“ zira limon, çinlilere göre ölümün simgesidir. Limon masası da bir restoranda, oturulduğunda ölümden konuşmanın zorunlu hale geldiği bir masa…”
Favorim, kafasını konserlerde çıkarılan gürültülere/ gürültülerin müsebbibi kişilere fena halde takmış olan bir müzikseveri anlatan gözcülük Öyküsü oldu. (Acaba niçin…)
“Her şey saygıyla bağlantılı, öyle değil mi? Ve eğer saygınız yoksa, size öğretilmesi gerekiyor. Gerçek test, biricik test, daha uygar insanlar oluyor muyuz, olmuyor muyuz, bunu öğrenmek. Öyle düşünmüyor musunuz?”
-
venedikte ölüm
Yaşlanmakta, hayatı bitişe doğru gitmekte ve yazın hayatında tıkanma noktasına gelmekte olan bir yazarın, “kaçmak, eserinden, donuk, soğuk ve hummalı bir ödevle sınırlanmış her günkü yerlerden uzaklaşmak” amacıyla Venedik’e seyahat etmesini ve burada 14 yaşındaki bütün tariflerin üzerinde güzel, bir Yunan ilahı kadar güzel on dört yaşındaki bir çocuğa tutulmasını anlatan thomas mann novellası.
“İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu!” Diyor kitapta. Yazarın durduğu noktadan bakınca benim bu metinde bulamadığım şey de bu oldu belki. Ne dil ne anlatım ne de herhangi farklı sebeple yakınlık kurabildik kendisiyle. Olmadı maalesef. Olsun.
-
alexis ya da beyhude mücadelenin kitabı
Eğilimleri sebebiyle kendi içine hapsoldukça hapsolan homoseksüel bir adam olan Alexis’in, karısı Monique’e yazdığı, sabır, sadakat, olanca çaba ve iyi niyetle sürdürmeye çalıştığı evliliklerini iç burkucu bir vedayla sonlandıran, son derece incelikli, anlaşılmayı arzu eden bir mektup. Bir Marguerite yourcenar güzelliği.
“Hayatın bizi değiştirdiğine inanmakla hata ediyoruz dostum: bizi yıpratıyor ve bizde yıprattığı şey, öğrenilen şeyler. Değişmemiştim; sadece olaylar benimle tabiatım arasına girmişti; ne isem oydum, belki de eskiden olduğumdan daha derin bir şekilde, zira hayallerimiz ve inançlarımız birbiri ardına yitip gittikçe, hakiki varlığımızı daha iyi tanırız.” Diyor mektubunda Alexis. Ve her bakımdan muazzam bir cümle ile tamamlıyor mektubunu:
“Sizden olabildiğince alçakgönüllülükle af diliyorum, sizi terk ettiğim için değil, bu kadar uzun süre kaldığım için.”
-
yavaşlık
Milan kundera Mizahına aşina olmak için okunabilecek çok şakalı çok ahenkli bir kitap. Bir tür gevezelik geçidi. Ve fakat muazzam tespitler içermekten de münezzeh değil. Nasıl? Şöyle:
“Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim: Bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda, kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hâlâ çok yakınında olan zamanda, sanki bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.
Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.”
“Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Bu denklemden değişik doğal sonuçlar çıkartabiliriz, örneğin şu: Çağımız hız iblisine teslim ediyor kendini ve bu nedenle kendisini kolayca unutuyor. Oysa bu savı tersine çevirip şöyle söylemeyi yeğliyorum: Çağımızda unutma arzusu bir saplantı haline gelmiştir, bu nedenle, bu arzuyu tatmin etmek için hız iblisine teslim olmuştur çağımız; kendi anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir.”
-
yarınki yüzün
Derinleştikçe derinleşen ve aynı zamanda katman katman açılan 3 ciltlik bir Javier marias Kitabı.
imkansız sorular ve imkansız cevaplarla ne yapacağını bilemez halde bırakıyor bittiğinde ya da okuma deneyimi boyunca zaten benzer bir şekilde ele geçiriyor insanı demeli belki. Gerçek bir ele geçirilme hali hissediyor insan çünkü bu süreçte. Marias Bey’in bir sürü başka şeyle birlikte bana en çok ettiği şey şu oldu: bu adam benim zihnime, düşünce biçimime, günlük hayatıma nüfuz etti. Kişilere, şeylere, yaşama bakış açımı bambaşkalaştırdı. Ki bu, insanın kişisel tarihinde belirli bir dönemin köşesini kıvırıp derin bir nefes aldıktan sonra yola devam edebilmesi bakımından muazzam bir deneyimdir. Az şey midir? Kesinlikle değildir.
“Sonunda bizi mahvedecek olan ve gerçekten de mahveden kişinin bizi mahvedeceği uzun vadede nasıl anlaşılmaz? Komplosu, entrikası, çevirdiği dolap nasıl sezilmez, tahmin edilmez; nefretinin kokusu nasıl alınmaz, sefilliği nasıl solunmaz; telaşsız gözetlemesi, ağır, gevşek bekleyişi ve bundan dolayı kim bilir kaç yıl boyunca bastırmak zorunda kaldığı sabırsızlığı nasıl fark edilmez? Senin yarınki yüzünü, gösterdiğin yüzünün ya da taktığın maskenin ardında var olan ya da biçimlenen ve ancak benim beklemediğim bir anda göstereceğin yüzünü bugün nasıl tanımam? ”
“İnsanlar ihtimallerini damarlarında taşırlar; bu ihtimalleri gerçekleştirmeleri sadece zaman, dürtü ve koşullara bağlıdır.”
-
bütün günlerin akşamı
Bir bebeğin ölümüyle başlayıp, seneler sonra 90 yaşını doldurmuş bir kadının ölümüyle sona eren, 5 farklı bölüm, farklı mümkün hayatlar, hayatın kırılma noktaları üzerinden ‘ya böyle olsaydı/olmasaydı’ fikri ile başka evrenler ve başka gerçeklik düzlemleri yaratan Jenny erpenbeck romanı.
Çok çok güzel, çok şiirsel, isimsiz karakterli ve fakat çok evrensel bir metin. Yaşamdan ve mücadeleden yana bir ömür seyri. Çünkü “Günün sonunda ölüm olsa da bütün günlerin akşamı olmamıştır daha.”
-
babamın yeri
Annie ernaux‘Un ,ölen babasının ardından, babasının işçilikten küçük esnaflığa geçişini, toplumsal konumunu, kendisi ile ilişkisini kişisel tarih anlatısı şeklinde hikayeleştirirken, arka planına 20. Yüzyıl Fransa’sının siyasi, toplumsal, kültürel değişimini aldığı çok kısa çok sarsıcı romanı.
Annie ernaux’un son derece kişisel gibi görünen konuları “dramatik hatıralar”ın dışında ve ötesinde bi yerden ve son derece yalın bir üslupla aktarabilme gücüne bayılıyorum şahsen.
-
gülüşün ve unutuşun kitabı
birbirinden bağımsız gibi görünse de birbirini bütünleyen yedi öyküden oluşan Milan kundera kitabı.
Hiç kundera okumamış olanlar için doğru bir başlangıç kitabı olmamakla birlikte nefis güzellikte. İçinde bir “litost” bölümü barındırıyor ki üğf çok acayip.
“Litost, başka dillere çevrilmesi olanaksız Çekçe bir sözcüktür. Adamakıllı açılmış bir akordeon gibi sonsuz bir duyguyu, başka birçok duyguların bileşimi olan bir duyguyu anlatır: hüzün, acıma, pişmanlık ve özlem. Sözcüğün ilk hecesi, terk edilmiş bir köpeğin sızlanmasını duyuracak biçimde uzun ve güçlü bir biçimde vurgulanır.”
-
blog sözlük itiraf
Sözlükte her yeniden peyda olduğumda ama öyle ama böyle kendimi içinde bulduğum başlık.
“Geri dönmek” için gitmiş olmak gerekir gibi bi taraftan o nedenle geri döndüm demeyeyim de buralardayım diyeyim daha çok.
- namaz kılmayıp oruç tutmak
- blog sözlük whatsapp grubu
- az sevişilmiş kız bulmanın zorluğu
- ilk buluşmada blog sözlük yazarıyım diyen erkek
- babaların ilginçlikleri
- yanında sevgilisi varken başka bir erkeğe bakan kız
- zevk alınan ufak sapıklıklar
- evde yapılabilecek en basit tatlı
- blog sözlük itiraf
- kızlarla konuşurken konu bulamamak
- pek bir şey yok