pride and prejudice

  • aşk ve gurur.
    kitabıyla birlikte filmide mükemmeldir.
    filmi izlerken ekrandan dalıp o hayatı yaşamak istemiştim.
    (bkz: Keira Knightley)
    (bkz: Matthew Macfadyen)

    ''aşkımın temelini oluşturan saati yeri bakışı yada sözü bilmiyorum. aradan çok zaman geçti. başladığının farkına varıncaya kadar çoktan ortasına gelmiştim.''

    "evlenmek için delicesine aşık olmayı bekleyeceğim. sanırım bu yüzden de evde kalacağım."
  • muazzam b1r film, herkes benim gibi konuşuyor.'*'
    imdb: 7.8
  • 1995 yapımı BBC dizisi kitapla birebirdir. Colin Firth’ü ne kadar çok seviyorsam Jennifer Ehle’yi o kadar sevmiyorum. O yüzden filmi daha güzel geliyor bana.
    2005 yapımı filmi kitaptan biraz eksiktir. Ama yine de muazzam.
    En sevdiğim yazarın en sevdiğim kitabı en sevdiğim oyuncularla beyaz perdede. Matthew mcfadyen ve keira knightly siz var ya, İngiliz aksanlarını yediklerim '*'
    İkisi de birbirlerini ilk gördükleri anda aşık olmuşlardı aslında ama gururları ve önyargıları arasında bunu kendilerine bile itiraf edememişlerdi. Bu süreci okumak da izlemek de şahaneydi. Sınıf farkı, lizzy’nin tuhaf ailesi, mükemmel babası, darcynin burnu havada teyzesi,şapşal arkadaşı ve onun cins ablası. Olayların yaşandığı dönemdeki evlilik, miras hukuku, statü, aristokrasi derken...

    Jane austen o kadar zeki bir kadın ki döneminin sosyal yaşamını, kadının toplumdaki yerini, ilişkileri, gelenekleri iğneleye iğneleye muazzam bir mizahla anlatmış. Psikolojik tahlillerine değinmiyorum bile.

    “Bütün romanları hemen hemen aynı.” Diyenler oluyor. Yapmayın, etmeyin. Kadının zaten 7 romanı var alt tarafı. Gencecik ölmüş gitmiş. O kadar da acıklı bir yaşam öyküsü var ki. Kendinin de kızkardeşinin de hikayeleri mutsuz sonla bitmiş sanıyorum o yüzdendir ki austenın romanları hep mutlu sonla bitiyor.
    Kendisi Tom Lefroy ile (ki kendisi gerçek mr.darcy oluyor arkadaşlar. Evet, var öyle biri.) yaşadığı o güzelim aşktan, lefroy’un vasisi dayısı yüzünden ayrılmışlar. Lefroy evlenmiş; yıllar sonra karşılaşmışlar. Lefroyun yanında genç bir hanım. Kızı imiş. O zamanlar jane biraz ünlenmiş bir yazar ve lefroyun Kızı ona hayran. Tanışıyorlar; lefroyun kızının adı Jane. (bkz: Şuradan bir yaş süzüldü)
    Kız kardeşi Cassandra ise nişanlısını Deniz harbinde kaybediyor. İki kız kardeş daha evlenmiyorlar. Biri yazıyor diğeri resim yapıyor.
    İzlemediyseniz eğer Becoming Jane İ izlemenizi tavsiye ederim. Kısmen de olsa hayatını anlatıyor Jane’in.

    Filme dönecek olursak; Bir de bunun muhteşem bir spin-off u var Lost in austen diye. 4 bölümlük mini bir dizi. Günümüzde yaşayan jane austen hayranı, kitabını defalarca kez okumuş ve artık ezberlemiş bir kızcağız (bize ne kadar da benziyor) bir gün yine gurur ve önyargıyı okurken banyosundan gelen seslerle irkiliyor. Banyoya koşuyor bir de ne görsün Elizabeth! Meğer banyosuyla elizabetlerin çatı katı arasında bir geçit varmış. Sonra bunlar yer değiştiriyorlar; kız 1800 lere Elizabeth de 2000 lere geliyor. Olaylar olaylar. Ah keşke benim de başıma gelse diye diye izledim. Zira hiç bir zaman bu yüzyılın insanı hissetmedim. Hep bi geçmişe özlem.
    Lordlar kamarasında aristokrasinin gözüne vurmak vardı be. Ehem, neyse.

    Okumadıysanız okumayın. İzlemediyseniz izlemeyin. MR. Darcy sendromu diye bir şey var. Hayat biz Austenzedeler için ikiye ayrılıyor; Darcy’den önce ve darcy’den sonra. Hiç bir şey eskisi gibi olmuyor. “Bu erkekse diğerleri ne? Bu aşksa millet ne yaşıyor?” Diyorsunuz.


    Şuraya da bir kaç replik bırakayım en şahanesinden;
    “My good opinion once lost, is lost forever.” MR darcy
    “You must allow me to tell you how ardently I admire and love you.” MR darcy
    “You may only call me "Mrs. Darcy"... when you are completely, and perfectly, and incandescently happy.” Lizzy

    Edit: yazım yanlışı