geceye bir şiir bırak
-
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara,
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.
Ardarda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül gürül akan bir dünya
Ahmed Arif -
Kimse yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.
Çünkü aranır alında güller
O katı görünüşlü kemiklerin,
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya; suyu bilmeden,
Beni çürütecek,ışık yüklü ölümleri.
Federico Garcia Lorca -
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
A. Cahit Zarifoğlu -
aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...
ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan yücel -
M. SADİ KARADEMİR, POSTÜLA
Tarih 10 Mart 2016In Şiirler
Yoksulun hazanda giydiği paltosuyum,
Bu gece yalnız bırak, kirlendi abdest suyum
Ve kirlendi oyuncaklar, bak yine çocuksuyum.
Bağcıklarım neden bağlanmıyor sevgilim?
Testere dişlerinin bu keskinliği niye?
Ya torna tezgâhlarının kolumuzu kapması…
Neden kumbaram gibi değil bankalar?
Komşu Ayşe Teyze yine ağlıyor neden?
Niçin soğuk oluyor alev saçan silahlar?
Anlamış değilim.
Oysa böyle öğrenmemiştim tam
Yasef’ten sonra gelen atalarımdan.
Ne doğar doğmaz kulağıma okunan ezan
Ne ezberlediğim dualar
Ne annem babam
Bahsetmediler paranın ululuğundan.
Şimdi ise üzerime yapışan yaftalardan
Kendime bir ömür yakışanı seçmeliyim.
Sonra boğazıma kılçık gibi takılan klişelerden
Duyanları hayrete düşürecek bir slogan.
Ateş püskürmeliyim kobayların kanmışlıklarına
Haksızlığa manifestom, emperyalizme salvolar
İkna edilsin diye canlı bombalar
Ve yaşamak savaşını versin diye çocuklar
Çıkmalıyım hapsinden kahramanlığın.
Yorgun düşmeliyim, iyiye yardım ve yataklıktan.
Kırmızı Ferrarileri cilalayacaksa kan
Ölecekse gölgede çicek
İflah olmazsa zaman
Birlikte göçeceğiz ufkumuza sevgilim.
Tekrar edecek nakaratını içimizde postülam.
Yasak şarkı söyleyen kurtuluş korosuyum
Bu gece yalnız bırak, kirlendi abdest suyum. -
Olur da olamazsam buralarda
Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum,
Uyumak..
Yüzyıllarca uyumak..
İlla isim konulacaksa
Ben masal değil hayat demekten yanayım
Bu yolları yan yana yürümekten yanayım..
Erguvanlar açmaya başladı,
Mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri,
kokuna bi isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim.
Geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp,
heyecanla dedikodu yapacağız
sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim..
Biraz sessizlik olacak sonra
Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın.
Cümlelerim topallayacak, ağır aksak kelimelerle soracağım;
Nasılsın?
Nasılsın derken bile iyi olmana dualar ediyor olacağım..
Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak, inanacağız, inandıracağız,
yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine.
Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek,
İnsanların koşarak geçerken farketmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek..
Ve bırakarak bu dünyanın tüm kandırmacılarını kendimize insanca bir yol çizeceğiz!
Gelmek isteyen ardımıza düşecek..
Gel!
Orda mutlu olduğunu biliyorum ama inan bencilce değil bu isteğim.
Birgün hiç gelmemeye karar vererek gidersen,bavulumu hazırladım geçmişi koymadım içine,adı ‘ geçmiş’ olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye!
Gitme!
Seni şah damarıma sakladım,adım atarsan yırtılır derim,kanar dizlerim. Ölürüm.
Birdaha ayrılığı kaldıramam,yüküm ağır!
Susma!
Kelimelerin senin ayak izlerin.
Nereye gittiğini bulamazsa ölür benim ellerim! …
(bkz: nobaharı’’) -
Bir avuç toprak kenarında
Kendi ırmağımda, yalnız, oturdum
Kımıltılar toprak oldu
Ve topraklar kayarak döküldü parmaklarımın arasından
Hiçe benzemişsin!
Toprağın soğukluğuna bırak yüzünü
Kendi doruğumu kaybetmişim.
Korkuyorum, bir sonraki andan;
ve duygularıma açılan şu pencereden.
Bir yaprak düştü elimin unutulmuşluğuna;
Akasya yaprağı!
Kaybolmuş bir terane kokuyor;
Annemin yüzünde oynaşan ninni kokuyor.
Pencereden
Çocukluğumun duvarında seyrediyorum gurubu
Boşunaydı, boşuna!
Bu duvar, kapılarının üstüne yıkıldı yeşil bahçelerin
Oyunların altın zinciri, masalların aydınlık kapısı
Kaldı göçük altında.
O tarafta görünüyor benim siyahlığım:
Çamur sıvalı bir kümbet damda durmuşum;
bir gam gibi..
Ve bakışlarımı dökmüşüm gurub buharına.
Bu dehlizlerde avareydi bu bekleyiş.
Eski ''ben'' sustu bu yeşil seramik ağlarda
Gölge-güneşte bu akasya ağacı güneşin yakalanışını
tatlı bir korkuda seyretti
Güneş yanıyor pencerede
Pencere yapraklarla doldu taştı
Kaydım bir yaprakta
Benimle değil bağlantısı dizilerin
Ben kendi havamı içiyorum
Ve kendi ırağımda oturmuşum, yalnız.
Altüst ediyor toprağı parmağım
Saçıyor resimleri birbirine, kayıyor, uykuya dalıyor
Bir resim yapıyor, yeşil bir resim: Dallar, yapraklar
Aydınlık bahçelerin üzerinde uçuyorum
Gözlerim otlarla doluyor
Ve kıpırtılarım karışıyor dallara, yapraklara
Uçuyorum, uçuyorum
Irak bir kırda
Güneş kanatlarımı yakıyor ve ben uyanıklığın
nefretiyle
Düşüyorum toprağa.
Biri yürüyor kanatlarımın külü üstünde.
Alnıma bir el sürüldü; gölge oldum ben
''Şasusa'', sen misin?
Geciktin:
Çocukluk ninnilerinden, bu güneşin göz alışına dek
seni bekliyordum.
Ağların yeşil gecesinde sana seslendim, ırmağın
Seherinde, mermerlerin güneşinde.
Ve sana bu karanlık susuzlukta sesleniyorum:
''Şasusa!''
Bu güneşlik kırı geceye çevir.
Ki bulayım kaybolan yolu ve ayak izimde
Susayım
''Şasusa'', siyah ve çıplak esinti!
İçine al hayat toprağımı
Suskunluktandı dudakları
Parmağı kaydı hiçe doğru
Ansızın dağıldı yüzünün şekli; yel götürdü tozunu
Yollara düştüm gözleri yaşlı otların üzerinde
Kaybettim bu otların arasında bir düşü.
Ellerim beyhudeliğiyle dolu arayışların
Eski ''ben'', yalnız, dolaştı bu kırlarda.
Öldüğü zaman
Ağlar düşü ve akasya kokusu parmaklarının arasındaydı.
Bir gamın üzerinde düştüm yola
Yakınım geceye; siyahlığım görünüyor
Bir fener aldım o günlerin gecesinde
Duruyor akasya ağacı fenerin aydınlığında.
Yaprakları uyumuş, ninniye benzemişler
Annemi işitiyorum
Güneş pencereye karışmış
Annemin mırıltısı yaprakların kıpırtısıyla ahenkli
Bir beşik sallanıyor
Ardında bir kitabe kazınıyor bu duvarın
Duyuyor musun?
İki saçma ân arasında gidip gelmekteyim
Sanki bir kapı açtım toprağın soğukluğuna
Mezarlık yaşamıma doğdu.
Çocukluk oyunlarım üzerinde çürüdü bu kara taşların
Taşları işitiyorum: Gam ebediliği
Bekleyiş beyhudedir mezar kenarında
''Şasusa'' bir siyah mermer üstünde bitmişti:
''Şasusa'' benzeri karanlığımın.
sohrab sepehri
Güneşe bulanmışım
Karart beni, kapkara; bana dök boyunun gecesini
Ellerimi gör: Yaşam yolum sende susuyor
Boşlukta bir yol, karanlığa bir sefer:
İşitiyor musun kervanın çan seslerini?
Bir avuç kabusla yoldaş olmuşum
Yol geceden başladı; güneşe vardı ve şimdi geçiyor
Karanlığın sınırından.
Kervan sığ bir ırmaktan geçti
Seher vakti döküldü üstüne dalgaların
Gümüş rengi suda gülüyor bir çehre ölüme:
''Şasusa'', ''Şasusa!''
Resimlerin pusunda soluk alıyor mezarlar
''Şasusa''nın tebessümü dökülüyor toprağa
Ve parmağı kaybolmuş bir yeri gösteriyor:
Bir kitabe!
Taş sallanıyor.
Akasya çiçekleri açıyor ninnisinde annemin
Dallarda sonsuzluk.
Bir avuç toprak kenarında
Kendi ırağımda, yalnız, oturmuşum
Yapraklar kayıyor hislerimin üstünde
sohrab sepehri -
yıl 62 Mart 28
Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
kulağıma sesler geliyor
gök kubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine
ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli
yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
….
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım
…
severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek
NAZIM HİKMET -
Ben, seni sevmeye
kıyamadım biliyorsun
Sen, beni sevmeye
kıyamadın biliyorum
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
Elim elini
tutmamış olsa da
Gözüm gözüne
bakmamış olsa da
İkimizde günahkarız
herkesten fazla
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
Bana kıyamayan sen
sana kıyamayan ben
birbirimizin yüreğinden
kendimizi söküp aldık
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
El ele verip
dünyanın en kanlı
kürtajını gerçekleştirdik
bir sevinin katili olduk
Şimdi hangi yüreğe
hangi yüzle girebiliriz
hangi yürek sahiplenir
senin ve benim gibi bir katili
Şimdi hangi aşkla yıkansak
temizlenir ki elimizden
dilimizden ve yüreğimizden
kürtaj izleri... -
seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma almayacağım
sen o aydın ve pırıl, pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım
kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum,
ansızın ben de uçayım sana doğru
boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı
düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış
parmaklıklar ardında her sabah
bir çocuğun bakışı güler bana doğru
sevinç şarkılarına başladığımda
dudağında öpücükle gelir bana doğru
şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden
bir mumum, canımın alazıyla
harabeleri aydınlatırım
sönüklüğü seçersem eğer
bir yuvayı yıkıp dağıtırım.
füruğ ferruhzad -
Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır.
Toprak kokusu değince o rüyaya
Aşk çözülür... geriye menekşeler kalır.
Solmuş menekşeler: derinliğin tarihi.
Yenik kavimlerin tarihi.
Sevmek ateştir diye seslenir biri.
Yalnız o mu? Kavuşmak ateş
Kalbini bıraktığın sular ateş
Şarkılar ateştir: “iki mehtap
arasında kaldı gönül.”
İki güneş
İki gökyüzü arasında.
Bir buluta karşı iki güneş durduğunda
Her ölüm kendi gövdesinin şeklini alır -
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene
cemal süreya -
Rüzgârla bozduğun sessizliğini dinledim;
seni bırakan yaprağın sesini, kuma dokununca
ve çölde çizilmiş bir ağaç gibi resmini.
oysa süngerde kalmış damlasıydım sana
ulaşamayan suyun, yanında üşürken uyu-
yordum gözlerimde seni ve öylesine sustun
kuytusunda uykumun.
kumunu içine saklayan bir saatti çöl-
de bulduğun; ters çevrilmedikçe çalışmayan.
belki giden zamanı geri getirmekti
istediğin, saatini bana bırakıp gitmekti. sanki
bilmiyordun çölün kuma göre değil sana
göre yalnızlık olduğunu, yine de yanıbaşıma
kurdun bu saatli kumu.
bu yüzden uyanamıyorum, üstelik bilmiyorum:
hangi gerçek için bölmeliyim uykumu?
Zafer Ekin karabay -
Bu yürek
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam, sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem, nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne?
Cumartesi
Seni sevdiğim için, Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için, bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı, pir sultan abdal, büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor, seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden, suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat’ın halleri, seni sevdiğim için güzel
İbrahim’in dilleri
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
Savaşın adı geçse, cinifrit olur
Ereğli’nin kömürünü düşünür, ne kömür o be
Raman’ı düşünür, Çukurova’yı düşünür
Seni sevdiği için, Haliç’te bir uğultu
Marmara’da bir deniz
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor
Seni sevdiğim için, kilim dokuyor Avşar’da
Yarın sabahlar,
seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin, halk şiiri, canlı sinema
Mapushaneler, yedi düvel, harbi ispanyol nezlesi
Sultan Hamid, don civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi,
Yeşille turuncunun kafa barıştırması, bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz, ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde, kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın
1953 kışları içinde
Karnı tok, sırtı pekse hısım akrabanın
Konu komşu, dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
İnsan seni sevince iş güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor, tütün neyime zarar
Keseme zarar, ciğerime zarar, sevdama zarar
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor
Beti benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili, saygılı, gönlü gani, şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut, sonra uyandır
Lokman hekim, seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim, ilkbaharı koydunsa bul gayrı
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki, seni sevmeseydim
Hak, hukuk, bereket diye
Eşitlik, kardeşlik, hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim!
Edit: Metin Eloğlu -
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
(bkz: ziya paşa) -
uludağ'da karı düşünüyorum karı
donları çözülmüş karı
masamda buz gibi biram
hani ya rakım
herkesin elinde ski kayıyor
benimki kırık
benim adım orhan veli kanık,
yüreği yanık.
orhan veli. -
Dikenin kalbime battığı bir sonbahar günüdür
Sen elini bulutların içinde gezdirirsin
Bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler
İçini kurtlar kemirir
bence malumdur
Buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün
Senin ateşler içinde olduğun
bence malumdur
Ellerin muhakkak çocuk elleridir
Hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün
Onlar neden daima okul türküleridir
Süleymancıktan bahseder kara toprakta acık
Yeşil bir yıldız gibi akıp giden süleymancıktan
Ve karınca yuvalarından bahseder
Işıksız kömürsüz karınca yuvalarından
Gökyüzünde kızıl bir hilalın kaydığını görürsün
Sen ansızın gökyüzünde görünürsün gözlerinin rengi
bence malumdur
Elinde değildir akşam serinliğinde üşürsün
Eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur
Sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler
Sokakların üstüne bulutlar gelirler
Bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir
Bir yıldız bir yıldızın ardınca gider
Yıldızların kayboldukları yer
Bence malumdur
Karanlıkta bir şeyler kopar dağılır
Uzaktan yabancı sesler duyulur
Sen elini bulutların içinde gezdirirsin
Elin hayallerimi dağıtır
Bilirsin sen elini bulutlar içinde gezdirirsin
Attila ilhan -
-gece yahut gündüz mü?
-hayır,ey dost,sonsuz bir günbatımıdır
iki ak tabut misali
iki güvercinin geçişiyle rüzgardan
ve uzaklardan gelen sesler gibi,o elgin ovadan
rüzgarının devinimi gibi,dur duraksız ve başı boş
-bir söz söylemeli
-bir söz söylemeli
karanlıkla birleşmek istiyor canım
bir söz söylemeli
ne kadar ağır bir unutkanlık
bir daldan elma düşüyor
keten tohumlarının sarı taneleri
benim sevdalı kanaryalarımın gagası altında kırılıyor
baklaçiçeği
mor sinirini,meltemin sarhoşluğunda
değişimin belirsiz kaygılarından kırılmaya bırakıyor
ve burada,bende,kafamda benim?
ah..
kafamın içinde hiçbir şey yok,koyu kızıl
zerreciklerin dönüşümünden başka
ve bakışım
yalan bir söz gibi
utangaçtır ve yere dönük
-ben bir ayı düşünüyorum
-ben şiirdeki bir sözcüğü
-ben bir pınarı düşünüyorum
-ben topraktaki bir düşü
-ben buğday tarlasının yoğun kokusunu
-ben ekmek söylencesini
-ben sililiğini oyunların
ve uzun daracık bir sokağı
akasya ağaçlarının kokusuyla dolan
-ben oyun sonrasındaki acı uyanışı düşünüyorum
ve sokak sonrasındaki şaşkınlığı
ve akasya kokusu sonrasındaki uzun boşluğu
-kahramanlıklar?
-ah
yaşlıdır atlar
-aşk?
-yalnızdır ve basık pencerelerden
mecnunsuz çöllere bakıyorlar
halhallı bir bacağın süzülüşünün
karmaşık anısıyla dolu bir yola
-istekler?
-yitiriyorlar kendileriini
binlerce kapının acımasız uyumunda
-kapalı?
-evet,hep kapalı,kapalı
-yorulacaksın
-ben bir evi düşünüyorum
sarmaşıkların soluklarıyla,rehavet içinde
gözün ışıması gibi,tembel,kaygısız bir evi
ve sonsuz gülümsemesiyle yeni doğan bir bebeği
sudaki ardışık döngü gibi,
ve bir üzüm salkımını andıran kanlı bir teni,
-ben yıkımı düşünüyorum
ve kara esintilerin talanını
ve kuşgulu bir ışığı
geceleyin pencerede aranan
ve küçük bir mezarı,yeni doğanın teni gibi küçücük
-iş..iş?
-evet,fakat o büyük masada
gizli bir düşman barındırır
seni usul usul kemirir gibi
tahtayı ve defteri gibi
ve binlerce başka boş şeyleri kemirir gibi
ve sonunda sen,bir çay bardağına dalacaksın
burgaçtaki sandal gibi
ve ufkun derinliklerinde,yoğun sigara dumanı
ve anlamsız çizgilerden
başka bir şey görmeyeceksin.
-bir yıldız?
-evet yüzlerce,yüzlerce,fakat
tümü kuşatılmış gecenin öte yanındalar
-bir kuş?
-evet yüzlerce,yüzlerce,fakat
tümü uzak anılardalar
kanat çalmalarının boş gururuyla
-ben sokaktaki bir haykırışı düşünüyorum
-ben ara sıra duvardan geçen zararsız bir fareyi
-bir söz söylemeli
-bir söz söylemeli
sabahları,
havanın ergenlik duygusu gibi
belirsiz bir şeyle ansızın
birleştiği titreşimli bir anda
ben
bir taşkınlığa bırakılmak istiyorum
o koskoca buluttan yağmak istiyorum
ben
hayır,hayır,hayır,hayır diye haykırmak istiyorum
-gidelim
-bir söz söylemeli
-kadeh mi,yatak mı,yalnızlık mı,uyku mu yoksa
-gidelim..
füruğ ferruhzad
-
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi;
Açarım göz kapaklarımı ve doğar her şey yeniden.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)
Yıldızlar vals yaparlar, kırmızı ve mavi,
Ve keyfi bir siyahlık dörtnal peşinden:
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
Düşledim büyüyle beni yatağa çektiğini
Ve çılgınca öptüğünü, delice şarkı söylediğini.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)
Devrilir gökten Tanrı, solar cehennem ateşleri:
Melek ve Şeytan’ın adamları çeker giderken:
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
Hayal ettim söylediğin yoldan döneceğini,
Fakat yaşlandım, artık unuttum ismini.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)
Bir fırtına kuşunu sevmeliydim seveceğime seni;
Hiç değilse baharda göğü şenlendirir gelirdi.
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)
Sylvia Plath
(Çeviren: İsmail Haydar Aksoy ) -
Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Bir iğne, bir iplik kaldık şu dünyada
Ancak birbirleriyle bütünlenebilen..
Düşün ki, senin bütün adlarını söylesem
Doğa ayaklanır, koşarak gelir yanıma
Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Benzedik birbirine bakan iki aynaya
Yaşamak güzel, yaşamak güzel, yaşamak
Artıları, eksileri yitirsek de boyuna
Kör bir noktada durup ardımıza baksak
Sularda pul pul, toprakta tel tel
Çözülüp dağılsak ve ömür desek buna
Al yarısını, öbür yarısı bende kalsın
Öleceğin günü bana önceden haber ver
İçimdeki, dışımdaki saatleri kurdum
Yelkovanı kovalayan akrep gibi kaldım burada
Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Bir gün bütün aynaları kırarsam şaşırma
Ben aklımı yitirdim yüreğimi buldum.
Ahmet Erhan