geceye bir şiir bırak

84 entry daha

  • bugün oturdum ölümü düşündüm
    kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
    dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
    ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
    bugün oturdum ölümü düşündüm
    yağmur altında ya da karanlıkta
    bir başıma kalmış gibi.

    sevgilim böylesine alımlıyken
    güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
    iyice belirmişken gökyüzünde
    onarırken, sararken hayat
    çocukların incinmiş gülüşlerini
    artık her park yeri bir apartman inşaatı
    her sokak bir otomobil nehriyse de.

    bugün oturdum ölümü düşündüm
    soğuk camlara dayayarak yüzümü
    kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
    yaşayan ya da artık yaşamayan dostları
    bugün oturdum ölümü düşündüm
    örterek yüreğime kara bir tülü.

    bugün oturdum ölümü düşündüm
    kapkara bir gece penceremi dalarken
    öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
    yiğitliğin, özverinin, sevginin
    arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.

    bugün oturdum ölümü düşündüm
    bir darağacında ya da yolda yürürken

    bugün oturdum ölümü düşündüm
    yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken
    ahmet erhan
  • Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
    Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
    Ayın yıldızların çağlayarak
    Berrak şelaler yaparak
    Coşku içinde aktığı
    Bir yerlerdeydi.

    Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
    Adı Ferhat mıydı neydi
    Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin
    Sadakatten mest oldukları
    Her birinin gözlerinde
    Kaybolur gibi kayar gibi
    Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
    Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
    Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan

    Yaslan göğsüme sevdiğim
    Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
    Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
    Toprak gibidir
    Sen ki bulut gibisin
    Ay gibisin güneş gibi bazen

    Usul usul inen
    Yağmur tıpırtılarını
    Dinler gibi
    Dalıp gitmiştik
    Sen konuşuyordun
    İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
    Onlar ki konuklarımızdı
    Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı
    Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.
  • https://youtu.be/scPHcldZu4Q

    ahmed arif;
  • Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
    Bir iğne, bir iplik kaldık şu dünyada
    Ancak birbirleriyle bütünlenebilen..
    Düşün ki, senin bütün adlarını söylesem
    Doğa ayaklanır, koşarak gelir yanıma
    Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
    Benzedik birbirine bakan iki aynaya

    Yaşamak güzel, yaşamak güzel, yaşamak
    Artıları, eksileri yitirsek de boyuna
    Kör bir noktada durup ardımıza baksak
    Sularda pul pul, toprakta tel tel
    Çözülüp dağılsak ve ömür desek buna
    Al yarısını, öbür yarısı bende kalsın
    Öleceğin günü bana önceden haber ver
    İçimdeki, dışımdaki saatleri kurdum
    Yelkovanı kovalayan akrep gibi kaldım burada

    Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
    Bir gün bütün aynaları kırarsam şaşırma
    Ben aklımı yitirdim yüreğimi buldum.

    Ahmet Erhan

  • nasıl ince, ellerin, parmakların
    coşkuyla ağırlığını kavrarken yaşamın,
    nasıl katı, nasıl soğuk, kurşunların
    sessiz ve dingin dünyanda yaşaman için.

    orada mısın?
    göremiyorum seni—
    öylesine yoğun bir karanlık
    uzanıyor ki benden sana
    gözlerim
    delinmiş gibi.
    orada mısın?
    densiz gülüşlerden uzak—
    kuruyor musun beni?

    ben ki
    yılların yağmurlarıyla çürümüş
    tahta gibiyim:
    dokusu grileşmiş,
    artık yalnız,
    ateşe atılabilen.

    beni
    kuruyor musun—
    arsız gürültülerden uzak
    orada?

    sessizliğim:
    orada
    duyuruyor mu beni sana
    buradan,
    rüzgarın dalları
    bir an
    bıraktığı aralarda?
    Oruç aruoba
  • İki şehri var gecenin, biri gözümde
    tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
    gibi çöken siste, bana bu uykusuz
    şehri niye bıraktın, göze alamadığım
    bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
    gece değil istediğin hayli karanlık
    bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
    hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
    bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
    gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
    göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
    ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
    öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
    sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
    şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
    Biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
    biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
    bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
    konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
    gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde

    Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?
    haydar ergülen
  • Dikenin kalbime battığı bir sonbahar günüdür
    Sen elini bulutların içinde gezdirirsin
    Bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler
    İçini kurtlar kemirir
    bence malumdur
    Buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün
    Senin ateşler içinde olduğun
    bence malumdur
    Ellerin muhakkak çocuk elleridir
    Hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün
    Onlar neden daima okul türküleridir
    Süleymancıktan bahseder kara toprakta acık
    Yeşil bir yıldız gibi akıp giden süleymancıktan
    Ve karınca yuvalarından bahseder
    Işıksız kömürsüz karınca yuvalarından
    Gökyüzünde kızıl bir hilalın kaydığını görürsün
    Sen ansızın gökyüzünde görünürsün gözlerinin rengi
    bence malumdur
    Elinde değildir akşam serinliğinde üşürsün
    Eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur
    Sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler
    Sokakların üstüne bulutlar gelirler
    Bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir
    Bir yıldız bir yıldızın ardınca gider
    Yıldızların kayboldukları yer
    Bence malumdur
    Karanlıkta bir şeyler kopar dağılır
    Uzaktan yabancı sesler duyulur
    Sen elini bulutların içinde gezdirirsin
    Elin hayallerimi dağıtır
    Bilirsin sen elini bulutlar içinde gezdirirsin
    Attila ilhan
  • Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
    Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir

    (bkz: ziya paşa)
  • seni istiyorum ve biliyorum
    asla koynuma almayacağım
    sen o aydın ve pırıl, pırıl gökyüzüsün
    ben bu kafeste bir tutsağım

    kara ve soğuk parmaklıklar ardından
    gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
    bir elin uzanışını düşlüyorum,
    ansızın ben de uçayım sana doğru

    boş bir anda düşlüyorum
    bu sessiz hapishaneden uçmayı
    gülerek gardiyan adamın gözüne
    yanında yaşama yeniden başlamayı

    düşlüyorum ancak bilirim asla
    bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
    gardiyan adam istese bile
    kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış

    parmaklıklar ardında her sabah
    bir çocuğun bakışı güler bana doğru
    sevinç şarkılarına başladığımda
    dudağında öpücükle gelir bana doğru

    şayet bir gün, ey gökyüzü
    kanatlanırsam bu sessiz evden
    ağlayan çocuğa nasıl söylerim
    tutsak bir kuşum vazgeç benden

    bir mumum, canımın alazıyla
    harabeleri aydınlatırım
    sönüklüğü seçersem eğer
    bir yuvayı yıkıp dağıtırım.
    füruğ ferruhzad
  • Ben, seni sevmeye
    kıyamadım biliyorsun
    Sen, beni sevmeye
    kıyamadın biliyorum

    Kimseye kıyamayan biz
    yaşanılası bir sevdaya
    kendi ellerimizle
    daha doğmadan kıydık

    Elim elini
    tutmamış olsa da
    Gözüm gözüne
    bakmamış olsa da
    İkimizde günahkarız
    herkesten fazla

    Kimseye kıyamayan biz
    yaşanılası bir sevdaya
    kendi ellerimizle
    daha doğmadan kıydık

    Bana kıyamayan sen
    sana kıyamayan ben
    birbirimizin yüreğinden
    kendimizi söküp aldık

    Kimseye kıyamayan biz
    yaşanılası bir sevdaya
    kendi ellerimizle
    daha doğmadan kıydık

    El ele verip
    dünyanın en kanlı
    kürtajını gerçekleştirdik
    bir sevinin katili olduk

    Şimdi hangi yüreğe
    hangi yüzle girebiliriz
    hangi yürek sahiplenir
    senin ve benim gibi bir katili

    Şimdi hangi aşkla yıkansak
    temizlenir ki elimizden
    dilimizden ve yüreğimizden
    kürtaj izleri...
  • yıl 62 Mart 28
    Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
    akşam oluyor
    dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
    akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
    toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
    ben sürmedim
    Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
    meğer ırmağı severmişim
    ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
    doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
    ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
    bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
    bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
    bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
    bilirim benden önce duyulmuş bu keder
    benden sonra da duyulacak
    benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
    benden sonra da söylenecek
    gökyüzünü severmişim meğer
    kapalı olsun açık olsun
    Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
    hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
    kulağıma sesler geliyor
    gök kubbeden değil meydan yerinden
    gardiyanlar birini dövüyor yine
    ağaçları severmişim meğer
    çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
    çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
    kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
    İzmir’in kavakları
    dökülür yaprakları
    bize de Çakıcı derler
    yar fidan boylum
    yakarız konakları
    Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
    ucu işlemeli
    yolları severmişim meğer
    asfaltını da
    Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
    asıl adı Göktepe ili
    bir kapalı kutuda ikimiz
    dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
    hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
    eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
    yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
    ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
    bunu bir kere daha yazdımdı
    çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
    önde körüklü kaat fener
    belki böyle bir şey olmadı
    ….
    çiçekler geldi aklıma her nedense
    gelincikler kaktüsler fulyalar
    İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
    ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
    kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
    çiçekleri severmişim meğer
    üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
    yıldızları hatırladım

    severmişim meğer
    gözümün önüne kar yağışı geliyor
    ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
    meğer kar yağışını severmişim
    güneşi severmişim meğer
    şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
    güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
    ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
    meğer denizi severmişim
    hem de nasıl
    ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
    bulutları severmişim meğer
    ister altlarında olayım ister üstlerinde
    ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
    ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
    severmişim
    yağmuru severmişim meğer
    ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
    beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
    içinde ve çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider
    yağmuru severmişim meğer
    ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
    yanında pencerenin
    altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
    bir eski ölümdür benim için
    Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    zifiri karanlıkta gidiyor tren
    zifiri karanlığı severmişim meğer
    kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
    kıvılcımları severmişim meğer
    meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
    Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
    yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek
    NAZIM HİKMET
  • Olur da olamazsam buralarda
    Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum,
    Uyumak..
    Yüzyıllarca uyumak..
    İlla isim konulacaksa
    Ben masal değil hayat demekten yanayım
    Bu yolları yan yana yürümekten yanayım..
    Erguvanlar açmaya başladı,
    Mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri,
    kokuna bi isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim.
    Geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp,
    heyecanla dedikodu yapacağız
    sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim..
    Biraz sessizlik olacak sonra
    Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın.
    Cümlelerim topallayacak, ağır aksak kelimelerle soracağım;
    Nasılsın?
    Nasılsın derken bile iyi olmana dualar ediyor olacağım..
    Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak, inanacağız, inandıracağız,
    yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine.
    Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek,
    İnsanların koşarak geçerken farketmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek..
    Ve bırakarak bu dünyanın tüm kandırmacılarını kendimize insanca bir yol çizeceğiz!
    Gelmek isteyen ardımıza düşecek..
    Gel!
    Orda mutlu olduğunu biliyorum ama inan bencilce değil bu isteğim.
    Birgün hiç gelmemeye karar vererek gidersen,bavulumu hazırladım geçmişi koymadım içine,adı ‘ geçmiş’ olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye!
    Gitme!
    Seni şah damarıma sakladım,adım atarsan yırtılır derim,kanar dizlerim. Ölürüm.
    Birdaha ayrılığı kaldıramam,yüküm ağır!
    Susma!
    Kelimelerin senin ayak izlerin.
    Nereye gittiğini bulamazsa ölür benim ellerim! …
    (bkz: nobaharı’’)
  • Seni, anlatabilmek seni.
    İyi çocuklara, kahramanlara,
    Seni, anlatabilmek seni,
    Namussuza, haldan bilmez,
    Kahpe yalana.

    Ardarda kaç zemheri,
    Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
    Dışarda gürül gürül akan bir dünya
    Ahmed Arif
  • Hayır, hayır, hayır, hayır.
    Kardeşler!
    Bu hayat bana göre değil.
    Kötü basılmış kitap gibiyim
    Çamur duygusu veriyorum okuyana.

    #ahmeterhan


  • İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
    Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    Bu evleri atla bu evleri de bunları da
    Göğe bakalım

    Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    İnecek var deriz otobüs durur ineriz
    Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
    Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
    Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
    Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    Beni bırak göğe bakalım

    Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
    Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    Bana dönesin diye bir bir kapattım
    Şimdi otobüs gelir biner gideriz
    Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
    Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    Durma kendini hatırlat
    Durma göğe bakalım

    aynı zamanda YouTube'da İrem candar'ın bu şiirin nasıl müzikle daha da güzel olabileceğinin kanıtı değerinde bir şarkı var. öneririm
  • Kestim kara saçlarımı -n'olacak şimdi
    Bir şeycik olmadı deneyin lütfen
    Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
    Günaydın kayısıyı sallayan yele
    Kurtulan dirilen kişiye günaydın

    Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
    Bir yaşantı ile karşılayanlara
    Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.
    (bkz: gülten akın)
  • Saraylarda süremem
    Dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem
    Şu öksüz Türklüğümü
  • sevdiğim adam.
  • Haydi Abbas, vakit tamam;
    Akşam diyordun işte oldu akşam.
    Kur bakalım çilingir soframızı;
    Dinsin artık bu kalb ağrısı.
    Şu ağacın gölgesinde olsun;
    Tam kenarında havuzun.
    Aya haber sal çıksın bu gece;
    Görünsün şöyle gönlümce.
    Bas kırbacı sihirli seccadeye,
    Göster hükmettiğini mesafeye
    Ve zamana.
    Katıp tozu dumana,
    Var git,
    Böyle ferman etti Cahit,
    Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
    Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

    (bkz: abbas) / (bkz: cahit sıtkı tarancı)
  • Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
    Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
    Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
    Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
    Senegalliler dahil değil
    Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
    Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
    O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
    Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
    -Yoksa seni rahatsız mı ettim?
    Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
    Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
    Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
    Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
    -Freud diye bir şey yoktur.
    Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
    Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
    Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
    Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
    -Haydi iç de çay koyayım (bkz: ah muhsin ünlü)
84 entry daha
/ 6