geceye bir şiir bırak
-
Ben, seni sevmeye
kıyamadım biliyorsun
Sen, beni sevmeye
kıyamadın biliyorum
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
Elim elini
tutmamış olsa da
Gözüm gözüne
bakmamış olsa da
İkimizde günahkarız
herkesten fazla
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
Bana kıyamayan sen
sana kıyamayan ben
birbirimizin yüreğinden
kendimizi söküp aldık
Kimseye kıyamayan biz
yaşanılası bir sevdaya
kendi ellerimizle
daha doğmadan kıydık
El ele verip
dünyanın en kanlı
kürtajını gerçekleştirdik
bir sevinin katili olduk
Şimdi hangi yüreğe
hangi yüzle girebiliriz
hangi yürek sahiplenir
senin ve benim gibi bir katili
Şimdi hangi aşkla yıkansak
temizlenir ki elimizden
dilimizden ve yüreğimizden
kürtaj izleri... -
yıl 62 Mart 28
Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın
kulağıma sesler geliyor
gök kubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine
ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli
yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
….
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım
…
severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek
NAZIM HİKMET -
Bir avuç toprak kenarında
Kendi ırmağımda, yalnız, oturdum
Kımıltılar toprak oldu
Ve topraklar kayarak döküldü parmaklarımın arasından
Hiçe benzemişsin!
Toprağın soğukluğuna bırak yüzünü
Kendi doruğumu kaybetmişim.
Korkuyorum, bir sonraki andan;
ve duygularıma açılan şu pencereden.
Bir yaprak düştü elimin unutulmuşluğuna;
Akasya yaprağı!
Kaybolmuş bir terane kokuyor;
Annemin yüzünde oynaşan ninni kokuyor.
Pencereden
Çocukluğumun duvarında seyrediyorum gurubu
Boşunaydı, boşuna!
Bu duvar, kapılarının üstüne yıkıldı yeşil bahçelerin
Oyunların altın zinciri, masalların aydınlık kapısı
Kaldı göçük altında.
O tarafta görünüyor benim siyahlığım:
Çamur sıvalı bir kümbet damda durmuşum;
bir gam gibi..
Ve bakışlarımı dökmüşüm gurub buharına.
Bu dehlizlerde avareydi bu bekleyiş.
Eski ''ben'' sustu bu yeşil seramik ağlarda
Gölge-güneşte bu akasya ağacı güneşin yakalanışını
tatlı bir korkuda seyretti
Güneş yanıyor pencerede
Pencere yapraklarla doldu taştı
Kaydım bir yaprakta
Benimle değil bağlantısı dizilerin
Ben kendi havamı içiyorum
Ve kendi ırağımda oturmuşum, yalnız.
Altüst ediyor toprağı parmağım
Saçıyor resimleri birbirine, kayıyor, uykuya dalıyor
Bir resim yapıyor, yeşil bir resim: Dallar, yapraklar
Aydınlık bahçelerin üzerinde uçuyorum
Gözlerim otlarla doluyor
Ve kıpırtılarım karışıyor dallara, yapraklara
Uçuyorum, uçuyorum
Irak bir kırda
Güneş kanatlarımı yakıyor ve ben uyanıklığın
nefretiyle
Düşüyorum toprağa.
Biri yürüyor kanatlarımın külü üstünde.
Alnıma bir el sürüldü; gölge oldum ben
''Şasusa'', sen misin?
Geciktin:
Çocukluk ninnilerinden, bu güneşin göz alışına dek
seni bekliyordum.
Ağların yeşil gecesinde sana seslendim, ırmağın
Seherinde, mermerlerin güneşinde.
Ve sana bu karanlık susuzlukta sesleniyorum:
''Şasusa!''
Bu güneşlik kırı geceye çevir.
Ki bulayım kaybolan yolu ve ayak izimde
Susayım
''Şasusa'', siyah ve çıplak esinti!
İçine al hayat toprağımı
Suskunluktandı dudakları
Parmağı kaydı hiçe doğru
Ansızın dağıldı yüzünün şekli; yel götürdü tozunu
Yollara düştüm gözleri yaşlı otların üzerinde
Kaybettim bu otların arasında bir düşü.
Ellerim beyhudeliğiyle dolu arayışların
Eski ''ben'', yalnız, dolaştı bu kırlarda.
Öldüğü zaman
Ağlar düşü ve akasya kokusu parmaklarının arasındaydı.
Bir gamın üzerinde düştüm yola
Yakınım geceye; siyahlığım görünüyor
Bir fener aldım o günlerin gecesinde
Duruyor akasya ağacı fenerin aydınlığında.
Yaprakları uyumuş, ninniye benzemişler
Annemi işitiyorum
Güneş pencereye karışmış
Annemin mırıltısı yaprakların kıpırtısıyla ahenkli
Bir beşik sallanıyor
Ardında bir kitabe kazınıyor bu duvarın
Duyuyor musun?
İki saçma ân arasında gidip gelmekteyim
Sanki bir kapı açtım toprağın soğukluğuna
Mezarlık yaşamıma doğdu.
Çocukluk oyunlarım üzerinde çürüdü bu kara taşların
Taşları işitiyorum: Gam ebediliği
Bekleyiş beyhudedir mezar kenarında
''Şasusa'' bir siyah mermer üstünde bitmişti:
''Şasusa'' benzeri karanlığımın.
sohrab sepehri
Güneşe bulanmışım
Karart beni, kapkara; bana dök boyunun gecesini
Ellerimi gör: Yaşam yolum sende susuyor
Boşlukta bir yol, karanlığa bir sefer:
İşitiyor musun kervanın çan seslerini?
Bir avuç kabusla yoldaş olmuşum
Yol geceden başladı; güneşe vardı ve şimdi geçiyor
Karanlığın sınırından.
Kervan sığ bir ırmaktan geçti
Seher vakti döküldü üstüne dalgaların
Gümüş rengi suda gülüyor bir çehre ölüme:
''Şasusa'', ''Şasusa!''
Resimlerin pusunda soluk alıyor mezarlar
''Şasusa''nın tebessümü dökülüyor toprağa
Ve parmağı kaybolmuş bir yeri gösteriyor:
Bir kitabe!
Taş sallanıyor.
Akasya çiçekleri açıyor ninnisinde annemin
Dallarda sonsuzluk.
Bir avuç toprak kenarında
Kendi ırağımda, yalnız, oturmuşum
Yapraklar kayıyor hislerimin üstünde
sohrab sepehri -
Olur da olamazsam buralarda
Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum,
Uyumak..
Yüzyıllarca uyumak..
İlla isim konulacaksa
Ben masal değil hayat demekten yanayım
Bu yolları yan yana yürümekten yanayım..
Erguvanlar açmaya başladı,
Mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri,
kokuna bi isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim.
Geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp,
heyecanla dedikodu yapacağız
sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim..
Biraz sessizlik olacak sonra
Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın.
Cümlelerim topallayacak, ağır aksak kelimelerle soracağım;
Nasılsın?
Nasılsın derken bile iyi olmana dualar ediyor olacağım..
Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak, inanacağız, inandıracağız,
yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine.
Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek,
İnsanların koşarak geçerken farketmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek..
Ve bırakarak bu dünyanın tüm kandırmacılarını kendimize insanca bir yol çizeceğiz!
Gelmek isteyen ardımıza düşecek..
Gel!
Orda mutlu olduğunu biliyorum ama inan bencilce değil bu isteğim.
Birgün hiç gelmemeye karar vererek gidersen,bavulumu hazırladım geçmişi koymadım içine,adı ‘ geçmiş’ olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye!
Gitme!
Seni şah damarıma sakladım,adım atarsan yırtılır derim,kanar dizlerim. Ölürüm.
Birdaha ayrılığı kaldıramam,yüküm ağır!
Susma!
Kelimelerin senin ayak izlerin.
Nereye gittiğini bulamazsa ölür benim ellerim! …
(bkz: nobaharı’’) -
M. SADİ KARADEMİR, POSTÜLA
Tarih 10 Mart 2016In Şiirler
Yoksulun hazanda giydiği paltosuyum,
Bu gece yalnız bırak, kirlendi abdest suyum
Ve kirlendi oyuncaklar, bak yine çocuksuyum.
Bağcıklarım neden bağlanmıyor sevgilim?
Testere dişlerinin bu keskinliği niye?
Ya torna tezgâhlarının kolumuzu kapması…
Neden kumbaram gibi değil bankalar?
Komşu Ayşe Teyze yine ağlıyor neden?
Niçin soğuk oluyor alev saçan silahlar?
Anlamış değilim.
Oysa böyle öğrenmemiştim tam
Yasef’ten sonra gelen atalarımdan.
Ne doğar doğmaz kulağıma okunan ezan
Ne ezberlediğim dualar
Ne annem babam
Bahsetmediler paranın ululuğundan.
Şimdi ise üzerime yapışan yaftalardan
Kendime bir ömür yakışanı seçmeliyim.
Sonra boğazıma kılçık gibi takılan klişelerden
Duyanları hayrete düşürecek bir slogan.
Ateş püskürmeliyim kobayların kanmışlıklarına
Haksızlığa manifestom, emperyalizme salvolar
İkna edilsin diye canlı bombalar
Ve yaşamak savaşını versin diye çocuklar
Çıkmalıyım hapsinden kahramanlığın.
Yorgun düşmeliyim, iyiye yardım ve yataklıktan.
Kırmızı Ferrarileri cilalayacaksa kan
Ölecekse gölgede çicek
İflah olmazsa zaman
Birlikte göçeceğiz ufkumuza sevgilim.
Tekrar edecek nakaratını içimizde postülam.
Yasak şarkı söyleyen kurtuluş korosuyum
Bu gece yalnız bırak, kirlendi abdest suyum. -
aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...
ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan yücel