düşün ki o bunu okuyor


  • 3 yıl önce hayatımda olmamana hamd-ü senalar ederek ayrıldığım şehre, bu gün senin eşin olarak teşrif etmiş bulunuyorum. "Yaşamak, insanın ömrü boyunca kaçmaya çalıştıklarına tek tek yakalanma tecrübesidir" sözü korkunç bir ekoyla yankılanıyor kulaklarımda.

    Tedirginsin. Yıllardır sorun olacağını düşündüğün şeylerin bu gün gerçekten sorun teşkil ettiğini çark etme günü. Taş gibi bir yatak, her yeri dökülen bir banyo ve bu evde geçirilecek 5 koca gün... "Evimizi nasıl buldun?" diye soruşun öyle iç burkucu ki... Güzel diyemiyorum. Seni rahatlatacak en ufak bir şey diyemiyorum hatta. Beni biliyorsun işte. Ağzımda iğreti duracak, güzel desem daha da canın yanacak. "Anlattığın gibi" diyebiliyorum. Yani beklediğim gibi. Bu cevap da sana yetiyor zaten.

    Laneti herkesi sarmış düğünümüzün aziz hatırası olan, şanzelize düğün salonu çekimleri ayarında düğün videomuzun da açılmasıyla bu etnik işkenceye daha fazla katlanamayacağımı anlayarak bize tahsis edilmiş odaya geçiyorum. Gecenin 2'sinde öten horozların geçmişine rahmet okuyarak uzun bir mücadelenin ardından uykuya dalıyorum. 7 yıllık ilişkimizin vesikası olan gece korkularımı bildiğinden olsa gerek gece lambası olmayan bu oda için çareler aramaya kalkıyorsun kendince. Renkli bir poşeti haşır huşur lambaya bağlamaya çalışırken yakalıyorum seni. Poşetin ışığı yeterince kesmediğini görünce üzerine toplu iğneyle bir de kağıt tutturuyorsun. Benim için yapıyorsun, kendince. Uyku sersemliği, hayal kırıklığı ve en önemlisi bastıramadığım buraya ait olmama hissiyle eşekten düşmüş karpuz gibi dağıtıyorum seni oracıkta. Ve böylelikle biz - aynı soyadıyla dahi hayatını birleştirmeyi becerememiş iki insan - takvimden bir gün daha koparıyoruz birlikte. Senin içinde "Ölür müydün sanki sevsen beni" çığlığı, benim içimdeyse kendimi dahi sevemiyor oluşumun insanı taş kesen öfkesi var.

    Bir nebze olsun iyi gelecekse "Gece lambası için teşekkür ederim, yine de".