bir özlemin izdüzüşümü

  • dinlemeyi çok sevdiğim bir parçasıdır, bugün yayında da çaldım iki sefer, umarım beğenmişsinizdir.

    benim en güzel düşlerim içimde kaldı

    şükrü erbaş yazmış, mehtap meral seslendirmiştir, şarkının altındaki hikayeyi de paylaşıyorum, uzun ama hoş bir hikaye olmuş:

    Bir psikolojik danışma oturumunda danışanım kısa süren bir sessizlik sonunda ellerini bacaklarının altında ezerek başını yerden kaldırıp, ''Ağlıyorum, çok ağlıyorum bazen.'' dedi ve ağlamaya başladı. Kendimi danışanın sorununda ve duygu hâlinde kaybetmeden davranmam gerekiyordu bu durumda. Ama o ân içimden sadece, ''Ben de...'' dedim, ''Ben de ağlıyorum, çok ağlıyorum bazen.'' Sonra kendimi toparlayıp, hazır derin duyguya inmiş iken, o alanda kalmasını ve ağlamasını söyledim, ağlarken o ân neler duyumsadığını, onda o ânda neler olup bittiğini anlatmasını istedim. Hiçbir şey söylemedi.


    Eve geldikten sonra içimin sıkıldığını hissettim. Ben de ağlıyordum, çok ağlıyordum bazen. Ve ben aynı durumda olsaydım, neler anlatırdım acaba dedim. Cevap basit tabi, neye ağlıyorsan onu anlatırsın. Ama ya bir şeye ağlamayacak kadar iyi bir hayatın varlığına şükr'ediyorsan?


    ''Bu durumda sen ağlıyorsan, çok ağlıyorsan bazen, bu olsa olsa can sıkıntısıdır!'' dedim kendime.


    Varoluşçu terapist Irv. Yalom der ki, ''Kaygılanırız...'' Mükemmel bir hayatımız olsa da kaygılanırız. Varoluşsal nedenlerden dolayı kaygılanırız, ama yine kaygılanırız. Kaygılanırız oğlu kaygılanırız...kaygılanırız kızı kaygılanırız! diyor. Çünkü benlikte var olmanın getirdiği nörolojik olmayan ve tedavi gerektirmeyen bir sıkıntı vardır hep.

    Ölüm,
    yalıtım,
    özgürlük,
    hayatın anlamı.

    İşte şu 4 unsur, varoluşunuzdan kaynaklanan kaygılar. Hepsini anlıyorum, hepsine amennâ ama özgürlük kısmını idrâkte güçlük çekiyorum.

    Şimdi siz, özgürlüğün nesi kaygı yaratsın demeyin. Yaratır. Özgürlüğün politik ya da sosyolojik yanı olumlu yönüdür. Bir de bunun karanlık yönü var ki kaygı buradan kaynaklanır. Seçim, sorumluluk, pişmanlık, arzu etme, karar verme gibi durumlar yüzünden insanda kaygı oluşur. Misal bir seçim yaparsın ya da yapmak zorunda kalırsın; ya da bir konuda karar vermen gerekir, bunların işte hep sorumluluklarını alman gerekir.

    John Gardener'ın Grendl adlı romanında yaşamla kafası karışmış kahraman, bir bilgeye danışır. Rahip de iki basit ifade, altı korkunç sözcük sarf eder:

    ''Her şey yok olur ve seçenekler dışlanır.''

    Karar verince seçenekler dışlanır çünkü her evet için bir hayır olmalı. Değil mi? Hayatınız boyunca hiçbir şekilde yaşamadığınız bir deneyimi düşünün mesela. Bunun için evet ya da hayır demek ne kadar da sıkıntıya sokar sizi. Evet desen hoşlanmayacağın durumlar çıkabilir ortaya, riskli. Hayır desen hayatında ilk kez oturduğun yerde zangır zangır titrediğin bir etkenden belki de sonsuza dek yoksun kalacaksındır. Neticede hayat da her daim altın tepsi değil ki bize biteviye seçenekler sunsun...

    O yüzden, kararlar pahalıdır. Çünkü vazgeçmeyi gerektirir. Evet dedin mi hayır'dan, hayır dedin mi evet'den vazgeçersin en basiti. Bu bile kaygı yaratır. Burridan'ın aynı derecede güzel kokan iki saman arasında kalıp açlıktan ölen eşeği gibi… Ne komik değil mi?

    Karar vermek zordur çünkü sonluluk ve zeminsizlik bölgesine götürür sizi. Kaygıyla dolu bölgelerdir bunlar. Karar vermek sorumluluğu almayı, sorumluluk varoluşsal özgürlük kaygısını, kaygı iç sıkıntısını, iç sıkıntısı da doğal olarak ağlamaları doğuruyor. Doğal ama çok sinir bozucu.

    Şimdi ise Şükrü Erbaş, "Benim en güzel düşlerim, içimde kaldı…" diyerek beni uçurumlara atıyor. Evet için belki hayır’dan, hayır için belki de evet’den vazgeçişin şiirini yazıyor. ''Hepsi...'' diyor, ‘’İki kaşım üzerinde bir ağrı…’’

    Bir karar verme, görün hayatın altını üstüne nasıl getiriyor.
    İşte öyle getiriyor!
    ...O biçim.