ahmet erhan

  • ahmet erhan, 'geceyarıları söylenen ninni', burada gömülüdür, kırmızı kedi yayınları, 1. cilt, şubat, 2015, istanbul, s.87-88.

    artık her şey bitti, geceleri sokağa çıkma
    artık her şey bitti, yorganına sıkıca sarın
    artık her şey bitti, yüzüme öyle bakma
    artık her şey bitti, yat, uyu adamım.

    inceldiği yerden kopsun, dediğin şeyler koptu
    artık bıktım, dediklerin hep bıktı senden
    biliyor musun, sonunda olan bize oldu
    anımsa, güzel günlerden konuşurduk eskiden.

    artık her şey bitti, dinleme sokakları
    artık her şey bitti, polis arabaları devriye geziyor
    artık herşey bitti, yaktın mı kitapları?
    artık her şey bitti, sokağa çıkma yasağı başlıyor.

    bu yüzden kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
    sarhoşların bağırtılarını dinlerdim eskiden
    hayatımı düşünüyorum, görüp yaşadığım her şeyi
    sonunda bir yalnızlık duygusu sızıyor yüreğimden.

    artık her şey bitti, sabah kaçta uyandırayım?
    artık her şey bitti, bağırsan da, ağlasan da
    artık her şey bitti, hepsi gitti dostların
    artık her şey bitti, bizden çok uzaklara.

    kapınızı çalan yok, dilencilerden başka
    tek bir satır mektup gelmiyor hiç kimselerden
    sokaklara çıkıp da boşuna bir şeyleri arama
    görmezden geliyor seni, eskiden gözlerinin içine giren.

    artık her şey bitti, sabaha çok var
    artık her şey bitti, perdeyi mi açayım?
    artık her şey bitti, karanlık dışarılar
    artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım?
  • "bugün oturdum ölümü düşündüm
    bir darağacında ya da yolda yürürken
    bugün oturdum ölümü düşündüm
    yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken"
  • ...
    Bana hep bir şeyleri özlüyorsun diyorlar
    Ey diyorlar, ışığından habersiz ateşböceği
    Niye solgun yüzün, gözlerin niye uzaklarda
    Yazdığın şiirler seni adam etmedi mi?

    O adsız ülkeyi arayarak
    Adımı yitirmeliyim diyorum bense
    Ya da yeni bir ad bulmalıyım
    Çiçeklere, kuşlara, kentlere

    Gülüşünü hiç eksiltme yüzünden
    Şimdi kalkar bir çay demlerim sana
    Sonra oturur tanımlamaya çalışırız
    Seninle ölümü de, hayatı da…

    (bkz: Kan)
  • 1958 ankara doğumlu, acı dolu dizelerin kâtibi büyük şair.

    4 ağustos 2013 tarihinde istanbul'da hayatını kaybetmiştir.

    adana ve mersin illerinde ikamet ettiğindendir ki akdenizi çok severdi. bir zamanlar fatih terim ile adana demirspor takımında birlikte oynamıştı. sakatlanınca futbolu bırakıp yazmaya karar vermişti.

    onu bu kadar hüzünlü yapan belki de çok sevdiği babasının erkenden ölümüydü.

    en iyi dostlarından biri olan nihat genç, ahmet erhan'ı şöyle anlatıyor;

    ahmet erhan kimseye haset duymadı. hüznü kimyasal bir saldırı altındaydı. içinde kendine karşı bitmeyen bir imha savaşı veren bir savaş bakanlığı vardı. gölge düşürmeyecek kadar hafifti.. hiç hayal kurmadı. aniden çıkan bir arabanın altında kalmış gibi içki içerdi.. kelimelerle gizli ve bitmeyen ve umutsuz bir aşk gecesini, zarifliğini hiç bozmadan son gününe kadar sürdürdü. şiirleriyle bir venedik değil bir prag ve moskova karışımı elimizdeki tek ankara tarihini yazdı. şiiri bir delilik hali hiç yaşamadı.

    şiirleri bir küstahlık hiç yaşamadı. şiirleri çılgınlığı hiç denemedi. şiirleri kızarık gözlüydü, çok keskin, aşırı gerçekçi. irade sahibi tek satırı olmadı. karnını doyurmayı hiç beceremedi. ödüllere bir saniyecik inanmadı. şiirinde ışık hiç yoktu, duygusal karartıları çok anlaşılır koyu renkli kristal duygu parçacıklarına dönüştürdü... kasırgası hortumu çok dağıtıcı çok yüksek bir gerilimi her gün sırtında taşıdı. yaşadığını hissettiren tek canlı kelimesini bilmem. derdi ağrı acı değil ‘ağu’ydu.. beynine yerleşmiş fare zehiri gibi ağu’sunu rüzgar gibi hepimizin hayatına serpen şiirler yazdı. hiç değişmedi. hiç şüpheci olmadı. şiir elindeki tek bıçaktı. keyif için angarya tek satır yazmadı. aylarca durgun sular gibi kımıltısız dursa da gözlerindeki bulanık kirli yeşil hiç bozulmadı, içimizde iç dünyasını en iyi resimleyen avuntusunu kaybetmiş işte bu zayıf gözlerdi..

    felsefe parçalamayı hiç denemedi şiirinde bir kelime olsun ‘kavram’ kullanmadı, sinemaya geç kalmışlara koltuk içlerine kadar eşlik etmeden ta kapıdan oturacağı yeri gösteren çok hünerli bir duygu feneri vardı.. bitki örtüsü aşırı soğuk ama hiçbir şekilde zırnık şeytani değildi, şiir bıçağı 19. yüzyıldan kalma çok parçalayıcı buz kesicileri gibi. içimizde en berrak itiraflar onundur, kuşağında ‘anlaşılmadım’ cümlesini tek kurmayan şairdir.. hayat savaşı, içindeki iki büyük gladyatör çaresizliğiyle korkusuzluğu arasındaki amansız kılıç darbelerinin kanlı günleri içinde geçti.. bir saniye olsun kimseye uşak olmadı, bir saniye olsun kimseye eyvallah demedi, bir saniye olsun su ve ekmek dışında kimseye iman etmedi. iş bulamadı.. şöhretine inanmadı. çocuksu gerçekçiliğinden başka bir dünyaya hiç inanmadı. çocuksu gerçekçiliğindeki inadı kan kaybı gibi ruhunu bilinç altını yavaş çekim her mısrası ayrı bir vakum şırıngası gibi irin irin söküp aldı.. hastalıklar onu içi pamukla doldurulmuş gibi hafifletti, hastalığı ateşini küle çevirdi, o, şiirindeki ateşli yenilgiyi destanlayıp cesurca ayakta durmayı denedi.

    rahat bir nefes almadı başarısız yıkıntı duyguların en kutsal hallerini yazdı.. mantığa akla hiç sarılmadı, hayal kırıklıkları şiirinin yüzüne kırılan buz dağları gibi çatırdayarak vurdu. hayatı çok dağınık ve yarım yamalak ama samimi ve çok özgür yaşadı. ne semalardan ne rüyalardan ne başkalarından hiç heyecan toplamadı. mantarlaşıp küfleşen beynini şiirinin zehirleştikçe güzelleşen hazzıyla tedaviye çalıştı. kendini çok öldürdü, çok. bu yüzden şiiri hep bir kurban töreni gibiydi. her insana nasip olmaz iç dünyasının en ağır en sert ve en saf duygularını bulup çıkarmayı bu dünyaya gelmiş olmanın en idealist görevi bildi, başardı. yer’e hepimiz gibi basmıyordu, başka yer’i başka türlü başka yerinden adımlayan kuyu içinde yürüyen ayakları vardı. tek bir taklit cümlesi yoktur kelime oyunundan kusar gibi tiksinirdi. söylenmiş hiçbir şarkıya benzemedi. şiiri bir acı çekme tarihi hiç değildir, en zoru becerdi, mert ve açık konuştu, saklanması imkansız yaralanmaları boydaşı şairlerin kıskançlıkla izlediği estetik yücelikte erkekçe harbice dile getirdi..

    ankara’da iki genç adam biri nihat genç, yazar, biri şair ahmet erhan, nihat, dedi, senin yazıların ne kadar benziyor şiirlerime, ruhsuzlaşan her şeye düşman, işsiz parasız iki adam, kaç milyar kaç milyar kez konuştuk, ahmet benim nezaketsiz zahmetsiz konuştuğum çok az demeyeceğim, tek insandı.. kırk yıl kırk bin an’ı, birkaç kelime nasıl anlatır, kimin gücü yetebilir o zehir zıkkım eşsiz ahlak günlerine geri dönmeye..

    kimin gücü yetebilir yeniden o granit şehrin mermer desenlerinin içinde gemi yolculuklarına..

    kimin gücü yetebilir kelimelerin engizisyoncusu işkenceci cenderemizin uluslarüstü ahlaküstü arkadaşüstü meydan savaşlarına yeniden dönmeye..

    şairin vatanı üslubudur, ahmet’in de benim de vatanım göğüs göğüse kılıç şakırtılarıyla çok kanlı geçti..

    evet böyledir, şairin vatanı üslubudur, ve orada her kelimeyi biçimleyen ağu’dan bir ırmak akar..

    diyarbakır belediye havuzunda dal d.şşak yıkanan çocuklar gibi, içimizde, bu ırmakta, en aşırı en ölçüsüz neşesiyle yıkanan ahmet erhan’dı..

    bu kutsal ağu nehrinde yıkanmamışlar ahmet erhan şiirlerinin bir özgür kalp için maliyetinin nelere mal olduğunu hiçbir zaman bilemeyecekler..

    bu korkunç ağustos sıcağında birkaç mısra okuyup buz gibi soğukta zınk gibi donup kaldıklarında, bu birkaç üşütücü mısranın, kaç yüz varil hayal kırıklığı zehrinden damıtıldığını, hayat denen şey’in muhasebe hesabına yazmayı, kim bilir ey okuyucu, belki de hiç akıl edemeyecek..

    son olarak;

    onun ülkesi akdeniz idi.